[ad_1]

PARA ÖZEL/ ÜRÜN DİRİER Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de ilk kez yaşayan bir insan beyninin 3D kopyası yapıldı. Bu beyin Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan‘a aitti. İnsanın bilişsel evrimi, mutluluğu ve ebedi mutsuzluğu üzerine gerçekten kafa yoran az sayıdaki uzmandan biri olan Prof. Tarhan, “Zihin üstü genlerimiz var, anlam arayışında olan genler var” diyor.

Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Türkiye’nin ilk nöropsikiyatri hastanesi olan NPİstanbul Beyin Hastanesi’nin kurucusu ve aynı zamanda Üsküdar Üniversitesi’nin de Kurucu Rektörü. Türkiye’de hem eğitim hem tedavi alanında birçok ilke imza atmış öncü bir isim. Geçtiğimiz günlerde üniversite bünyesindeki beyin çalışmaları kapsamında, Prof. Tarhan’a ait beyin MR’ı kullanılarak 3 boyutlu yazıcı aracılığıyla bir kopyası oluşturuldu. Böylece Türkiye’de ilk kez yaşayan bir insanın beyni replika olarak yazıcıdan çıkarıldı. Özetle Türkiye’de ilk kez yaşayan bir insan beyninin 3D kopyası yapıldı da diyebiliriz. Bu son haberden yola çıkarak Prof. Tarhan ile beyin ve insan üzerine konuşmaya gittik. Çok sayıda ‘çok satanlar’ kitabının da yazarı olan ve sufizm merakıyla da bilinen Nevzat hocaya, insanın bilişsel evrimini, mutluluğunu ve ebedi mutsuzluğunu konuştuk. Ruh programının evrensel veri tabanı ile ilişkide olduğunu söyleyen Nevzat hoca, “Zihin üstü genlerimiz var, anlam arayışındaki genler var” diyor. Nevzat hoca beyinden kalbe, modern insanın zihinsel dönüşümünden Z kuşağının ne aradığına, mutsuzluğun nedenlerinden geleceğin dünyasına kadar, meraklısının ilgiyle okuyacağı birçok konuyu derinlemesine analiz etti.

Türkiye’de ilk kez Prof. Tarhan’ın beyninin 3D kopyası çıkarıldı. Peki bu teknolojinin bilime katkısı ne olacak? Bu teknoloji yakın gelecekte sağlık alanında veya başka alanlarda nasıl işimize yarayabilir? Bunun endüstri 4.0’ın bir sonucu olduğunu söyleyerek söze başlayan Prof. Tarhan şunları söyledi:

“Endüstri 4.0 ile otonom robotlar ön plana çıktı, simülasyonlar başladı, 3D yazıcılar ve nesnelerin interneti ortaya çıktı. Bu dönemde nesneler birbiriyle konuşuyor. 3D’de de üniversitemizin Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nden Dr. Öğretim Üyesi Ihab Ellaf, bir kayıdın 3D yazıcıdan çıktı alınabilmesini sağlayan bir yazılım üzerinde çalışıyor, MR’da yazılım geliştiriyor yani yapay zeka oluşturmuş oluyor. Bir kişinin MR ile beyin görüntüsü alınıyor, yapay zeka ile gerçek gibi simüle ediliyor ve 3D yazıcıyla anatomik olarak bir replikası çıkarılıyor. Beyindeki rahatsızlıklar sonucu oluşan boşluklarda, tümörlerde, kitlelerde üzerinde bu yapıldığı zaman bir kişinin beynindeki majör bozukluklar görünür hale gelecek ve böylelikle de cerrahlar, nörologlar üzerinde çalışma yapabilecekler. Hatta bir adım daha ilerisini düşünürsek; beyindeki yol haritasını yani network koneksiyon dediğimiz bağlantıların traktografi görüntüleri alınıyor. 3D yazıcıda traktografilerin simülasyonları yapılabilecek. Örneğin bir kişi hayal kurarken beynin hangi bölgesinin aktif hale geldiği görülebilecek. Kişiye hayal kurdurularak o kişinin beyninin nasıl çalıştığıyla ilgili bir simülasyon yapılabilecek. Örneğin korkan bir kişinin o anda beynindeki hangi bölgesinin çalıştığı tespit edilebilecek. Böylece belki de beynin bozulan kısmına radyo frekans dalgaları verilerek tedavi edilebilecek. Endüstri 4.0 beyinde fonksiyonu bozulmuş alanlara artık radyo frekansla müdahale edebilme ihtimalini mümkün kıldı.”

“Gençlerin bir kesimi öğrenilmiş otizm kurbanı olacak”

Çocukların ve gençlerin beyinlerini kullanma şekli bir önceki nesilden farklı, daha önceki nesillerden ise çok daha farklı. Daha az fiziksel temas, daha çok sanal temas halindeler. Ve yakın gelecekte hepsi yetişkinler olacak, yöneticiler, parti liderleri, bilim insanları, sanatçılar olacaklar. Peki daha iyi mi olacaklar yoksa daha kötü mü? İnsanın zihinsel evrimi nereye gidiyor? Prof. Tarhan’a göre bu çok önemli bir soru. Zihinsel dönüşümün en hızlı dönüşüm olmaya başladığını ifade eden Tarhan şu görüşleri paylaşıyor:

“Beynimizin frontal lob dediğimiz ön bölgesi bu zihinsel dönüşümde başrolü oynuyor. Beynin ön bölgesi olmazsa medeniyet olmazdı. Yani insanı insan yapan o bölge. Örneğin kedilerin ve köpeklerin beynine baktığımızda en büyük bölgenin koku bölgesi olduğunu görürüz. Çünkü onlar evrenle, diğer nesnelerle ve canlılarla ilişkilerini kokuyla buluyorlar. Kokuyu uzaktan alabiliyorlar. İnsan da düşünme ve hissetme konusunda özelleşmiş bir beyne sahip. Artık yüz metrelik kuyuların kazıldığı yeni veri madenciliği dönemi başladı. Bu veri madenciliği döneminde insan beyninin ancak yorumlayıcı olarak etkisi olacak. Veriyi toplayacak, yorumlayacak. En üst yorumu yapan en doğru bilgiyi oluşturacak ve belki yorumları da yapay zekalar yapacak. Şu anda bunu yaparken insan zihinleri daha çok işe yarayacak, daha çok bilgiyi kullanabilecek. Bu neslin daha önceki nesilden farklı olmasının zihinsel evrime etkisi analiz edilirken bir grup kurban olacak. Gençlerin bir kesimi öğrenilmiş otizm kurbanı olacak mesela. Öğrenilmiş otizmde bir grup genç sanal teması yanlış kullanacak. Tek ilgi alanı sanal temas haline gelen kişi o olmadığı zaman birçok özelliği yaşayamayacak. Yani bir çeşit otistik gibi olacaklar. Öğrenilmiş otizm duygusal ve sosyal becerileri gelişmemiş bir insan tipini artıracak. Hayattan, gerçekten kopmadan fiziksel temas ve sanal temas dengesini kurarak doğru hedef belirlemiş kişiler bu dönemden kazanımla çıkacaklar. 21’nci yüzyılda sosyal beceriler ve duygusal beceriler öne çıkıyor. Yirminci yüzyılda insan beyni bilgisayar gibiydi. Bilgi yükle, kaydet şeklinde çalışıyordu. Şu anda insan beyninin bir şeyi kaydetmesine gerek yok, arama motorları her şeyi kaydediyor.”

“İnsan beyni artık analizör olacak”

Peki bu noktadan sonra insan beyni ne yapacak? Tarhan’ın bu soruya cevabı, geleceğin meslekleri konusuna da ışık tutuyor:

“İnsan beyni burada doğru bir analizör olacak. Analizör olması için okuyan ve doğru analiz edecek şekilde bilgi birikimine sahip olunması gerekiyor. Önümüzdeki on yıllarda analizörlük mesleği ön plana çıkacak. Mesela istihbarat analizörlüğü, çocuk edebiyatı analizörlüğü, para politikaları analizörlüğü gibi bir konuda verileri toplayıp veri madenciliği yapan analistler şimdiden geleceğin mesleğine sahipler. Veri analistleri geleceğin mesleğini oluşturacaklar. Verilere çok iyi hakim olabilecek kuşaklar geleceği yakalayabilecek. Örneğin Facebook kurucuları da Silikon Vadisi’nde veri madenciliği yapıyor. Verileri topluyorlar ve büyük bir veri oluşturuyorlar. O yüzden gelecekte gençler veri analisti olacak. Veri analisti olan gençler geleceğin mesleğini yakalamış olacaklar. Birçok meslek değişecek, kaybolacak diyorlar. Ne kalacak, ne yaşayacak derken veri analistliği yaşayacak diyebiliriz. Zihinsel evrimde bunu iyi yapanlar bu evrimi yakalayacak. Yani gelecekte duygusal ve sosyal becerileri yapay zekalar, otonom robotlar veya kuantum bilgisayarlar yapamayacak. Bunu ancak insan yapabilecek. Sosyal ve duygusal beceri kullanabilecek, veri analizi ve yorum yapabilecek gelişmiş zihinler geleceğe hakim olacak diyebiliriz.”

“İnsanın beyin kapasitesi gelişmedi ama bağlantı kapasitesi gelişti”

Gençleşmeye yönelik tıbbi çalışmalar artarken insan beynine yönelik çalışmalar eşzamanlı olarak artmıyor malesef. Belki de gelecekte Alzheimer hastası genç bedenler dolanacak aramızda. Kim bilebilir? 2018’e kadar insan beyninin araştırılmasına yeteri kadar yatırım yapılmadığından dem vuran Tarhan, “2018’deki Davos Zirvesi’nde bu konu gündeme geldi. Yuval Noah Harari, yapay zekaya dikkat çekti. ‘Gelecek dijital diktatörlüğe doğru gidiyor, büyük veri dönemi başladı’ dedi. Artık her şey veri haline getirilecek. Evrenin diğer bir tarafı daha ortaya çıktı. İnsan beyniyle ilgili çalışmalar ilerlediği için kuantum mekaniği işin içine giriyor. Maddenin katı, sıvı ve gaz olan 3 hali biliniyordu. Şu anda maddenin dördüncü hali tespit edildi. O da bilgi hali. Şu anda beyin kapasitesi artmadı ama insan ömrünün uzadığı doğru. Beyin kapasitesi artmadı ama tecrübe birikimi ve veri birikimi arttı. Bu ikisi insanın daha iyi şeyler yapmasını sağlıyor. İnsanın beyin kapasitesi gelişmedi ama bağlantı kapasitesi gelişti. İnsan beyni ilişkisel bir organ. Mesela insan beyninde ayna nöronlar var, ileri otistiklerde yok ama orta seviyede olanlarda var. Beynimizde karşılıklı birbirleriyle konuşan motor sinir hücreleri var. Motor sinir hücreleri nasıl çalışır? Ben kolumu kaldırdığımda karşıdaki kişide de kolunu kaldıran bölge harekete geçer. Yani aynalama yapıyor. Karşıdaki bir kişiye karşı öfke, korku, şüphe gibi hisler olursa karşı tarafın da beyninde aynalama yapıyor. Yani bu zihin okumanın bir nevi ön adımı gibi bir şey. Buna duygusal okuryazarlık deniyor. Bunların hepsi insan beyni çözüldükçe ortaya çıkıyor. Artık bir kimse duygusal ve sosyal beceriler dahil MR cihazının içine girip neye üzülüp neye kızdığını anlayabilir hale geldi. Bu bilimsel bir gelişme, falcılık değil artık. Bilimsel olarak ölçülebilir bir durum. Onun için beynimizin işlem kapasitesi arttı. Belki depo kapasitesi artmadı ama işlem kapasitesi arttı diyebiliriz” diye konuşuyor.

“Biz dünyada yaşamıyoruz, biz dünyadan geçiyoruz”

İnsan ömrünün uzaması hep arzu edilen bir şey fakat acaba bu beynimiz açısından olumlu mu? Zira 30-40 yılda bile her şeyi bildiğimizi anladığımızı sanarak sıkılmaya başlıyoruz. Hayat 20’lerinde olduğu kadar keyif vermiyor. Bu durumda ömrümüz uzasa ne olur uzamasa ne olur diye düşünüyor insan. Profç Tarhan’ın konuyla ilgili aktardıklarına göre, insan beyninde p300 dalgası var. İnsan, beyindeki kayıt cihazına bağlanıyor. Beyin kişiye bilgisayar ekranında kırmızı gördüğün zaman evete, mavi gördüğünde de hayıra bas diyor. O söylenen bilgiyi doğrularsa kırmızıya basılıyor. Beynin verdiği cevaplar o anda kaydediliyor. Beynin verdiği cevaplara göre işlem hızı ölçülüyor. Burada p300 dalgası kullanılıyor. Bir insan aklına fikir geliyor şunu yap diyor. Beynimizin üzerinde başka bir beyin var. Zihin var. Zihnimiz beynimize emrediyor. Zihin kuantum beyindir. Her bilgi sinyal şeklinde kayıt ediliyor. Dalga boyu salınım ve titreşim olarak kayıt ediliyor ama beynimizde kaydedilmiyor. Beynimizin üzerindeki zihin kısmındaki o kuantum beyine kayıt ediliyor. Bu kuantum beyin de evrenle konuşabilen bir beyin. Evrensel akışla bağlantı kurabilen bir beyin. Bazı görüşlere göre insan beyninin genetik olarak 120, bazen 140 sene yaşama kapasitesi var. Gelişmiş ülkelerde ortalama ölüm yaş ortalaması kadınlarda 78, erkeklerde 72 yaşına kadar yükseldi. Daha önce 40-50 arasıydı, şimdi 80, belki 120’ye çıkacak ama o zamana kadar dinamik tutmak gerekiyor. Beynimizin bir özelliği var; ya kullan ya kaybet özelliği ile çalışıyor. Onun için beyin kullandıkça açılan bir organ, su kuyusu gibi. Beynin doğru kullanımı yeni deneyimlere açık olmak ve kendini geliştirmek amacıyla olmalı. Sadece yeme ve içme olarak görürsek haklı ama öyle programlanmamış. Hayvan beyinleri öyle. Tolstoy ‘ölümü açıklayan bir anlam peşindeyim’ diyor. Onun için insan hayatında anlam ve amaç peşinde olursa, ölüme açıklama getiren olursa varoluş sebebini de bulur. Mevlana’nın dediği gibi biz dünyada yaşamıyoruz, biz dünyadan geçiyoruz. Böyle bir kimse hiç sıkılmaz. Hatta varoluş fabrika ayarlarını bulur ve hayatta kendini keşfetmeyi de başarmış olabilir…

“Evren bir yazılımsa ilk baştan planlanmış”

Can sıkıntısı, mutluluk, mutsuzluk kavramlarının beyinle ne dereceye kadar alakası var? Sadece gerçekten beyinle mi alakalı? Prof. Tarhan’ın bu kadim sorulara cevabı ise şöyle:

“Bu ruh ve beyin ilişkisi ile ilgili bir soru. Beynimizin üzerinde bir zihin var dedik. İnsan kimliğindeki beyni alıp başka birine koyamıyorsun. Psikiyatrinin en önemli yaptığı çalışmalar bilinç çalışmalarıdır. ‘Ben neden benim, ben neden başkası değilim de benim, doğduktan sonra neden ben olarak kalıyorum da ölüyorum?’ Evren bir yazılımsa ilk baştan planlanmış. Evren bir simülasyon ise şu anda bilgiler ona götürüyor. Evren bir video ise kuantum bilgileri birikti. Ruh-beden ilişkisi, beden-zihin ilişkisi ve zihin-evren ilişkisini düzgün anlamak lazım. Beden-zihin ilişkisi bir şekilde çözülüyor. İnsan stres altında olduğu zaman beyin aşırı özellikte kimyasallar salgılıyor. Kin, nefret, kıskançlık, öfke ve düşmanlık gibi karanlığın beş atlısı var. İnsan her duyguya özel kimyasal salgılıyor. Bu bir kana pompalanıyor, kalp çarpıntısı oluyor ve damar direnci artıyor. Beyin ön bölgesinde damarlar açılıyor ve dikkat artıyor. Mide yemeyi durduruyor, savaş-kaç tepkisi yapıyor. Organlar savaş-kaç tepkisi verdiğinde ve bu süre bir iki saat sürünce beyin ‘rahatla tehlike yok’ diyor. Bir nevi aslında organlarımızı da beyin yönetiyor.”

“Ruh programı evrensel veri tabanı ile ilişkili”

Peki kalp ne yapıyor bu arada? Prof. Tarhan’a göre kalp duyguların organı. Beyindeki sinyaller sonrası kalpte korku, heyecan, soğukluk ve bir sıcaklık hissediyoruz. Kalpte bir santral etkisi var. Can sıkıntısı ve mutluluk gibi kavramlar aslında beynin aracılık yaptığı kavramlardır. Beynimiz biyolojik bilgisayar gibi çalışıyorsa programını çözemiyoruz. Onda da ruh programı var. O ruh programı da evrensel veri tabanıyla ilgili bir program. Nasıl bilgisayarlar uyduyla ilişkiliyse beynimiz de, ruh programı da evrensel veri tabanı ile ilişkili. Diğer canlılarda olan temel duygular yemek, içmek ve üremektir. Güven duygusu da önemli. Karnı tok olduğu zaman bir hayvan mutludur ama insan mutluluğu farklı. Karnı doyduğu, kendini bir sığınakta hissettiği zaman yetmiyor daha fazlasını istiyor. Aslanın genlerine baktığınızda uyuyor, iki saat çocuklarla ilgileniyor, yiyor o kadar. Bin sene önceki aslan da aynı şimdiki de. İnsan öyle değil, bir özelliği var. Diğer canlılar öğrenerek gelir, insan bilmeden öğrenmeden gelir. İnsanın mutlu olması, canının sıkılıp sıkılmaması beynindeki ruh programını yönetebilme becerisi ile ilgilidir. Beyni bir aygıt olarak görmek gerekiyor. Ruh programımızı yanlış kurarsak acı çekeriz, doğru kurarsak mutlu oluruz. Mutluluk bilimini bilen kimse onu yanlış yerde aramaz.

“Zihin üstü genlerimiz var, anlam arayışındaki genler var”

İş başarısı, iyi para kazanma, iyi bir evlilik yapma gibi şeylerin insanı mutlu etmesi gerekirmiş gibi geliyor ama istediği her şeye kavuşan insanlar da mutlu olamıyor, neden? Tarhan’a göre çünkü insanlar mutluluğu yanlış yerde arıyor. Tarhan konuyla ilgili şu görüşleri aktarıyor: “Mesela şu anda mutluluğu dış nedenlere bağlayan popüler bir kültür var. ‘Şuyum olsun mutlu olayım, buyum olsun mutlu olayım, sahip olayım mutlu olayım’ deniyor. İç nedenler oluşturmalı. Buna otantik mutluluk denir. Bir insanın otantik mutluluğu elde edebilmesi için öğrenmesi lazım. Mutluluk bir durum değil, bir süreçtir. ‘Beş sene sonra mutlu musun, verdiğin kararlar ve attığın adımlar bunu sağlıyor mu?’ Bunun için insan her şeye kavuştum mutluluğum sürecek dememeli. Hayat dinamik bir süreç, böyle durumlarda hayatta bir yolculuktayız, zaman tüneli içinde gidiyoruz. Önümüze ne çıkar bilemeyiz. İnsan beyni geçmiş ve gelecekle de ilgilenen bir beyin. Zihin üstü genlerimiz var. Ölüm algısı, zaman algısı, gelecek algısı ve anlam arayışındaki genler var. Bunlar meta zihin üstü genler. Bu genler bizi diğer canlılardan ayırıyor. Bu özellikler nedeniyle sıradan şeyler mutlu etmiyor. İnsanın kendisini mutlu edecek bir anlam bulması lazım. Mutluluk zor değil, yakalanabilir. Uğrunda emek verilecek ve çile çekilecek bir anlam peşindeysen mutlu olmayı başarırsın. Yeme ve içmeyi anlam olarak seçtiysen popüler hedonizmle ego ideali ile mutluluk yakalanmaz. İnsan gölgesini yakalamaya çalışsa yakalayamaz. Hedeflerse kaçar, anlam ve amacı varsa ve ilerlerse mutluluk arkasından kendiliğinden gelir.”

“Z kuşağı masumiyet talep eden bir kuşak”

Mutlu hissedemeyen, antidepresanların çare olamadığı insanlar, biliyoruz ki her okuduklarından bir çıkış yolu bulmaya çalışan insanlardır. Ne yaparız da beynimizi çocuk farkındalığına geri döndürebiliriz sorusunun cevabıdır aslında aranan. Prof. Tarhan aradığımız cevabın Z kuşağında gizli olabileceğini söylüyor:

“Z kuşağı diye eleştirilen bir nesil var. Z kuşağı ısrarla kendini bizim kuşakların kötülüğünden korumaya çalışıyor. X ve Y kuşaklarının anlayamadığı nokta şu; bu kuşaklar çocuk farkındalığı dediğim farkındalığı devam ettirmek istiyor. Bunun adı masumiyet. Masumiyet istediği için şimdiki nesil entrika istemiyor. Televizyondaki kadın kuşaklarında görülen o hileler, kimin eli kimin cebinde belli değil durumlarından ve bu ilişkilerden nefret ediyorlar. Bu kuşak çocuk farkındalığına geri dönmek ve böyle kalmak istiyor. Bu kuşağın masumiyet talebi, diğer kuşaklardan daha fazla ve bu talep dünyayı daha iyiye götürecek. Bunu bir tehdit olarak değil yeni bir gerçeklik olarak görüyorum. Eğer biz bunu doğru şekilde yakalayabilirsek, önlerini açarsak gençlere kötülüğü öğretmek zorunda değiliz. Hayat zaten öğretiyor. Biz filmlerle, entrikalarla ‘kim kime ne yapmış, kim kime nasıl hile yapmış’ onu öğretiyoruz. Bunların nasıl olduğunu öğreniyoruz. Z kuşağına neden paranın hakim olduğu filmler izlettiriyoruz. Senaryoları öğreterek masumiyetten uzaklaştırıyoruz. O halde biz onlara dünyayı nasıl istediklerini soralım. Z kuşağı bir de doğayı çok seviyor. Diğer kuşağın anlayamadığı bir nokta da Z kuşağının doğayı sevmesi. Pamukkale’nin kurulmasıyla ilgili bilgi yarışmasında ilkokul öğrencisi bir cümlelik makalesinde birinci oluyor. Erzurum’dan yazan öğrenci ‘Pamukkale’yi koruyun, ben daha görmedim’ diyor. Bu nesil o özelliğini kaybetmesin, korusun. Fransız İhtilalinden başlayarak ittihat terakkiden devam etmiş dört tane klişe slogan var. Hürriyet, musavat (eşitlik), adalet ve uhuvvet (kardeşlik). Bu dört kavram aslında bu kuşakta var. Bu kuşak bunu da kaybetmemeli. Bunu da tutmak için direniyorlar. Z kuşağı geleceğimizi, dünyayı daha iyiye götürecek diye düşünüyorum. Karamsar senaryo yazanlara göre gelecek kötü olmayacak, bu kuşak sayesinde daha iyi olacak.”



[ad_2]

(Toplam: 5, Bugün: 1 )