PARA ARAŞTIRMA/ ÖZGE ÖZ Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını kutladığımız bugünlerde, 100 yıllık markalar da bu yolculuğa eşlik ediyor. Bu köklü markalar, şüphesiz bugünlere kadar birçok olumsuzlukla karşı karşıya kaldı. Ancak yine de bugün dimdik ayaktalar.
Bir markanın 100 yıl ayakta kalabilmesi için gereken temel konulardan biri ise istikrar ve disiplin. Markaların büyüklüklerine göre uzun soluklu bir tanınırlık, bilinirlik söz konusu. Yerel markaların eriştiği kişi sayısı az olsa da kendi bölgesinde nesilden nesile bir aktarım gerçekleşiyor. Kültürü, mirası taşıyor. Uzun soluklu markaların müşterisiyle kurduğu bağ, güven kavramı üzerinden gerçek bir ilişki sunuyor. Çünkü yapılan araştırmalara göre köklü markalar, bir tercih sebebi. Değerlerimizin ve kültürümüzün de kaynağı olan bu köklü markaları şöyle sıralayabiliriz:
Hacı Bekir, Hafız Mustafa, Vefa Bozacısı, Ziraat Bankası, Komili, Cemilzade, Hacı Abdullah, Hacı Şakir, Tuzcuoğlu Nakliyat, Arkas Holding, Abdi İbrahim, Uludağ, Ford Otosan, Develi Restoran, Yenigün Reçelleri, Apikoğlu, İlancılık A.Ş, Splendid Otel, Meşhur Bebek Badem Ezmesi, Kaptanoğlu Denizcilik, Hamidiye Su, Pandeli Restoran, Emgen Optik, Sırmakeş Su, Alevli A.Ş, Konyalı Lokantası, Tarihi Sarıyer Börekçisi, Hasanpaşa Fırını, İmam Çağdaş ve Altan Şekerleme.
Biz bu hafta Eyüp Sabri Tuncer, İş Bankası, Develi, Koska, Çift Geyik Karaca, İskender Kebap, Kurukahveci Mehmet Efendi, Karaköy Güllüoğlu, Elit Çikolata, Ariş, Nurus ve Nestle Türkiye’yi sayfalarımıza taşıdık. Ayrıca tıpkı Nestle gibi Shell ve Singer’in de Türkiye’de yüzyıllık hikayeleri var.
Cumhuriyetin 100 yılı vesilesiyle PARA Dergisi olarak, geçmiş ve gelecek arasında köprü görevi üstlenen bu çok özel markaları araştırdık…
111 YILLIK KEBAPÇI: DEVELİ
Adı benzersiz lezzetlere sahip kebaplarla özdeşleşmiş Develi Kebap’ın kuruluşu, bugün işin patronu olan Arif Develi’nin aynı ismi taşıyan dedesinin 1912 yılında Gaziantep’te kurduğu 30 metrekarelik lokantaya dayanıyor. Şu anda 15 şube ve binin üzerinde personel ile faaliyet gösteriyor. Develi’yi bugünlere getiren Arif Develi’nin Gaziantep’te başlayıp 1966 yılında İstanbul’da devam eden başarı hikayesi geçtiğimiz günlerde “Arif Olmak” belgeseli ile de tarihi kayıtlara geçti. Arif Develi’nin oğlu Nuri Develi’nin öncülük ettiği belgesel oldukça ses getirdi. 111 yılı geride bırakan kebaplarıyla ünlü Develi Lokantası, bugün Arif Develi ve oğlu Nuri Develi tarafından yönetiliyor. İlk şubesi İstanbul Samatya’da açılıyor. Bu restoran bugün de aynı yerinde hizmet vermeye devam ediyor. Samatya Develi’ye yerli yabancı devlet başkanları, sanatçıların uğradığı restoranlardan biri haline geldi. Samatya’da başlayan lezzet hikayesini Etiler, Kalamış, Develi Balık, Ataşehir, Florya, Flora by Develi, Tuzla Viamarin, Tuzla Corner, Nişantaşı, Ankara ve Kıbrıs’ta devam ettirdi. Develi her yıl 1 milyondan fazla misafir ağırlıyor.
İLK MAĞAZA ANKARA’DA
Eyüp Sabri Tuncer, 1923 yılında kurulmuş bir Cumhuriyet markası. Marka; kolonya, kolonyalı mendil, kişisel bakım, ağız bakım, bebek bakım ve ev bakım olmak üzere altı ana kategoride 700’den fazla ürün çeşidiyle hizmet veriyor. İlk mağaza Ulus’ta açılmış ve halen ilk günkü tarihi dokusunu koruyarak Ankara’da hizmet veriyor. Engin Tuncer, Eyüp Sabri Tuncer Yönetim Kurulu Başkanı ve markanın üçüncü kuşak temsilcisi. Şu anda İstanbul’da merkez ofis, Ankara’da ise fabrika bulunuyor. Ankara’da Esenboğa Havalimanı içinde bir kiosk mağazası olduğunu belirten Tuncer, “Son yıllarda özellikle gelen taleple bir de İstanbul’da Vadistanbul Alışveriş Merkezi içinde prestij mağazamız bulunuyor. Dünyada ise bugün itibarıyla Amerika’dan Avrupa’ya ve Uzakdoğu’ya kadar 72 ülkeye ihracat yapıyoruz. Sahada aktif rol oynayan satış ekipleriyle İstanbul ve Ankara mağazası olmak üzere 200’den fazla çalışan bulunuyor” diyor. Kuruluş hikayesiyle ilgili bilgi veren Tuncer, şunları anlatıyor:
“Markamızın kurucusu dedem Eyüp Sabri Tuncer, Bosna’dan İnegöl’e gelir ve Kurtuluş Savaşı’na katılarak İstiklal Madalyası sahibi olur. Ankara’ya gelişimiz ise 1923’te Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte. Dedem, Ankara Anafartalar Caddesi’nde dönemin ‘bonmarşe’ olarak adlandırılan mağazasını açar, markanın bir taahhüt olduğunu müşterilerine anlatmak için de markaya kendini adını verir. O dönemlerde tanıtım için çok da sık rastlanmayan promosyon çalışmalarını gerçekleştirir. Çizimlerini bizzat kendisinin yaptığı bir broşür hazırlar, broşürün arkasına kupon yerleştirerek kolonyalarının tanıtımını bedelsiz olarak yapar, tren garında kolonyayı tanıtır. Nasıl kullanıldığını anlatır. Böylece bir süre sonra Ankara Ulus mağazasının önünde kuyruklar oluşmaya başlar. Eyüp Sabri Tuncer markasının bugüne kadar uzanan köklü hikayesinin ve değerlerinin sağlam temelleri işte o günlerde atıldı.”
Babası Sabahattin Tuncer’in, 1950’li yıllarda ikinci kuşak olarak aile şirketinde babasının yanında çalışmaya başladığını belirten Engin Tuncer, “Öncesinde Ankara Veterinerlik Fakültesi’nde anatomi çizimleri yapacak kadar yetenekli. Aynı zamanda esanslara, kokulara olan merakıyla araştırmalar yapmaya başlıyor, yurtdışındaki esans firmalarına Türkçe mektuplar yazıyor. Bir mektubuna yanıt gelmesiyle İsviçre’ye gidiyor ve yerli esans yapımının ilk adımlarını atmış oluyor. 1967’de tüm bu yoğun çalışmaları sayesinde limon kolonyasının formülünü geliştirerek bir ilki gerçekleştiriyor ve Türkiye’nin ilk yerli limon kolonyası formülünü üretmeye başlıyor. 1970’lerde ise artık işi tümüyle devraldığında markamızın temelini oluşturan kolonya ile özdeşleşmesini sağlıyor. Artan talepler üretimin de artmasını sağlıyor” diyor.
Engin Tuncer ise üçüncü kuşak yönetici olarak, 1994’te işleri babasından devraldığını belirtiyor. Tuncer, 1995 yılında Ankara Lalahan’da 7 bin metrekare bir alan üzerinde modern, tamamen bilgisayar tabanlı üretim sağlayabilen, son sistem teknolojik makinelere sahip, yüksek üretim kapasiteli bir fabrika kurduklarını belirtiyor. 2005 yılında faaliyetleri tümüyle değiştirecek bir karar vererek Ankara’da yerleşik olan merkez İstanbul’a taşınmış. Markanın yatırımlarından da bahseden Tuncer, “Pandemi sonrası büyük önem arz eden alkol ihtiyacı sebebiyle alkol fabrikası yatırım projemiz var. Projenin ülkemiz için önemli bir değer oluşturacağına inanıyorum, bu stratejik yatırım doğrultusunda çalışmalarımızı sürdürüyoruz” şeklinde konuşuyor. Markanın ikinci yüzyıl hedeflerinden de bahseden Tuncer, Türkiye’nin 100 yıllık kültür mirası markası olarak hem ülkemize hem de müşterilerimize karşı taşıdığımız sorumluluğumuz, yerine getireceğimiz görevlerimiz olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle temel değerlerimizi dedem Eyüp Sabri Tuncer’den babama, babamdan bana ve benden de çocuklarıma, ekibime miras olarak aktarmaya önem veriyorum. Yüz yıldır gelişen köklü marka değerlerimizi korumak, yaşatmak; ülkemize, müşterilerimize ve gençlerimize yüz yıllık olan bir markanın yenilikçi, inovatif olduğunu gösterecek projelere imza atmak ana hedeflerimiz arasında” şeklinde konuşuyor.
156 YILLIK HİKAYE
İskender Kebap’ın hikayesi, 1867 senesinde büyük dede Mehmet oğlu İskender Efendi’nin Bursa Kayhan Çarşısı’ndaki dükkânında başlıyor. İskender Kebap; 156 yıllık tarihi boyunca beş padişah, 12 cumhurbaşkanı görmüş. Bu müessese şimdilerde kardeşler, çocukları, torunları ve torunlarının çocukları ile beş kuşaktır ata mesleğini aynı lezzet ve kaliteyle ayakta tutmaya devam ediyor. Şu anda beşinci kuşaklar, yükseköğrenimlerini tamamlayıp işe dönmeye başladı. Şu sıralar İskender Kebap’ta üçüncü, dördüncü ve beşinci kuşaklar bir arada çalışıyor. Çalışan sayısı mevsimsel değişiklikler gösteriyor. Şu aralar 80 olan çalışan sayısı, yaz aylarında 110’a kadar çıkabiliyor. Markanın Yönetim Kurulu Başkanı Oğuzhan İskerderoğlu, Bursalıların teveccühüyle doğmuş ve ünlenmiş bir markayız olduklarını belirtiyor. İskerderoğlu, İskender Kebap’ın ortaya çıkış hikayesini şöyle anlatıyor:
“O günlerde kuzu bir bütün olarak ve yere paralel biçimde pişirilmekte. Ancak, İskender Efendi kuzu etinin farklı bölümlerinin kendine has lezzetlerinin müşterilerine eşit oranda dağılmasını sağlamak için çözüm aramaya başlar. Bu düşünceden yola çıkarak, bir ucu İstanbul’a dayanan et pişirme ustası kasap bir sülaleden gelen İskender Efendi, babası Mehmet Efendi’nin desteğiyle eti; kemik ve sinirlerinden arındırır, bir şişe takar ve bunu odun kömürü ateşinin karşısında dikey döndürerek pişirdikten sonra ince ince keserek sunumunu yapar. Bu farklı sunum Bursa’da çok dikkat çeker ve İskender Efendi’nin ‘dönen kebabı’ olarak anılmaya başlar.”
İskenderoğlu, önceleri dönen kebap diye ünlenen bu yemeğin, gel zaman git zaman halk dilinde “döner kebap” ve daha sonraları sadece “döner” şeklinde anılmaya başladığını belirtiyor. İskenderoğlu, “Böylece bu lakab, Mehmet oğlu İskender Efendi şeklinde önce tabelaya ve günümüz ticari ortamında da bir ticari ünvana dönüştü. Böylelikle 150 yıldır süre gelen, Bursa ile özleşmiş ve adeta simgesi olmuş bu marka doğdu” diyor. İkinci yüzyıl hedeflerinden de bahseden İskenderoğlu, “Bildiğimiz ve büyüklerimizden devralındığımız mirası, büyük bir aidiyet duygusu ile markanın geleceği olacak yeni kuşaklara özen ve dikkat ile teslim etmeyi hedefliyoruz. Mümkün oldukça her yerde anlatırız, bizim yaptığımız iş bir bayrak yarışı gibidir; ne kadar hızlı koşarsanız koşun, arkanızdan gelen ve bayrağı devralacak birisi yok ise yarışı sürdüremezsiniz. Süratinizi arkanızdan gelene göre hazırlamak ve bayrağı düşürmeden teslim etmek, koşmak kadar önemlidir” diyor. İskenderoğlu son olarak, malzeme kalitelerini istikrarlı bir şekilde yüksek tutmak zorunda olduklarını, 560 hayvanlık küçükbaş çiftliğimizin kapasitesini bin 500’e çıkarmak ve hammaddelerimiz olan tereyağı ve odun kömürü üretimlerini geliştirmek için uğraş verdiklerini belirtiyor.
“EMİNÖNÜ’NDEN 60 ÜLKEYE”
Kurukahveci Mehmet Efendi tam 152 yıldır ayakta. Türk kahvesinin kokusunu Eminönü’ndeki Tahmis Sokağı’ndan dünyanın 60 ülkesine yaymış bir marka. Bu anlamda dünyanın yaşayan en eski kahve markalarından birinin bir Türk markası olması gurur verici. Kurukahveci Mehmet Efendi; uzun ömrüne iki dünya savaşı, bir kurtuluş savaşı ve sayısız ekonomik kriz sığdırmış ama her zorluktan ayakta kalarak çıkmış. Kurukahveci Mehmet Efendi’nin torunları Mehmet ve Hulusi Kurukahveci şu anda işin başında. Üretimden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Kurukahveci; bunca yıldır tercih edilen marka olmayı, kalite ve özeni işin merkezine koymaya bağlıyor. Kurukahveci, aile şirketiyle ilgili “Türk kahvesinin ikramı, kültürümüzde her zaman sevginin, saygının ve konuğa verilen değerin bir göstergesi olmuştur. Kurukahveci ailesi olarak bizler de bu güzel değerlerle anılmak, her fincan kahveyle kahve severlerin teveccühüne layık olma idealiyle çalıştık. 152 yıllık yolculuğumuzda çiğ kahve çekirdeğinin temininden, kavurma ve öğütmeye, ambalajlamadan dağıtıma kadar her aşamada kalite ve özen kavramları en büyük rehberimiz oldu. Bugün Türk kahvesi dendiğinde her 10 kişiden 9’unun markamızı adres göstermesi, kaliteye ve özene olan bağlılığımız sayesinde olduğuna inanıyorum” diyor. Öte yandan yapılan işin odağına sadık kalma ve sürekli inovasyon da markayı geliştiren diğer önemli unsurlar olmuş.
Yönetim Kurulu Başkanı Hulusi Kurukahveci ise konuyla ilgili, “1871 yılında kahveyi taze öğütülmüş ve paketlenmiş halde satmak ilk kez dedemiz Mehmet Efendi tarafından kahve severlere sunulan bir kolaylıktı. O dönem için bu büyük bir yenilikti. Cumhuriyet’in vizyonu ve kalkınma hamlesi, bizim de dünyayı takip etmemize ve yenilikleri sürdürmemize imkân tanıdı. 1930’lara geldiğimizde amcamız Hulusi Bey’in öncülüğünde, günümüzde dahi modern sayılabilecek nitelikte Eminönü binası yaptırılıyor. Yine Hulusi Bey’in önderliğinde o dönemin önde gelen grafik sanatçısı İhap Hulusi’ye logo ve reklamlar tasarlatılıyor, gazete ve dergilere reklam veriliyor. Babamızın 50 yıla yakın yöneticilik döneminde ekonomik krizlere ve döviz sıkıntısına bağlı olarak ortaya çıkan kahve yokluklarına rağmen başka bir alana yönelmemesi, markanın 21’inci yüzyıla taşınmasını sağlamış” şeklinde konuşuyor. Kurukahveci Mehmet Efendi, geleneksel bir marka. Üçüncü ve dördüncü nesil yöneticilerin döneminde büyük yenilikler yapılarak marka günümüze uyarlanmış. Bu yenilikler arasında da kahvenin uzun süre tazeliğini koruyan yeni ambalaj ve paketleme sistemleri, Dudullu’daki yeni teknoloji üretim ve lojistik tesisleri, ürün portföyünün genişletilmesi ve ihracat hamleleri bulunuyor. Markanın temsilcileri, 2000’li yıllardan itibaren yurtdışı turizm ve gıda fuarlarında Türk kahvesi tanıtımı ve ikramı yaptıklarını belirtiyor. Kurukahveci Mehmet Efendi, pazarlama ekinin çalışmaları sonucunda bugün 60 ülkeye ihracat yapıyor. Dünyadaki gelişmeleri yakından takip eden Kurukahveci Mehmet Efendi, Türkiye’nin ilk yerli Türk kahvesini üretme konusunda da girişimlerde bulunuyor. Marka, birkaç yıldır Antalya Gazipaşa’da yapılan kahve üretimi denemelerine destek oluyor. Markanın temsilcileri, ilk sonuçların umut verici olduğunu ve yakında dünyaya yeni bir kahve lezzeti sunabilmeyi amaçladıklarını söylüyor. Bir buçuk asırdır Türk kahvesi kültürünü başarıyla yaşatan marka, farklı kahve tercihleri için de kahve çeşitleri üretiyor. Daha 1930’lu yıllarda Beyoğlu pastaneleri için Avrupa tarzı “alafranga” kahveler üreten Kurukahveci Mehmet Efendi, günümüzde özellikte “Colombian”, “Brazilian” ve “Ethiopia” filtre kahve çeşitleriyle de yeni nesil kahve severlere hitap ediyor.
YOLCULUK MARDİN’DE BAŞLADI
Ariş’in temelleri 1890’lı yıllarda Mardin’de küçük bir atölyede atılmış. Mardin’de başlayan yolculuk 1959 yılından itibaren İstanbul’da devam etmiş. Ariş Yönetim Kurulu Başkanı Kerim Güzeliş, çok küçük yaşlardan itibaren okuldan arta kalan zamanlarda dededen babaya geçen kuyumculuk mesleğiyle ilgili tüm ince detayları öğrendiğini söylüyor. İkinci kuşak olarak piyasanın yoğun talebini keşfettiklerini söyleyen Güzeliş, “Daha fazla katma değer getiren işleri araştırdık ve küçük çapta toptancılığı oluşturduk. Çünkü hazır mal bulundurmak pazarlamada önemli avantaj sağlıyordu. 1977’de ise çıtayı daha da yükselttik. O yıllarda Türkiye’de pırlanta pazarı henüz oluşmamışken, talebin oluşacağını fark ederek pırlantaya yöneldik. Kısa sürede pırlanta konusunda uzmanlaştık. 1984’te resmi olarak Ariş ismini alarak, Nişantaşı’nda o dönemin ilk ve en büyük konsept mücevher mağazasını açtık” diyor. Markalaşma sürecinin böyle başladığını belirten Güzeliş, tüm bu yolculuk süresince ödün vermedikleri noktaların olduğunu da vurguluyor. Güzeliş, “Bunların başında; daima yenilikçi olmak, fark yaratmayı hedeflemek ve kurumsallaşmayı sindirerek adım atmak gelir. Adım atarken yenilikçiliği ve farklı olmayı gözetirseniz zaten zamanın dinamiklerini de yakalamış olursunuz. Bizim marka yolculuğumuzda yenilikçilik ve öncü olmak her zaman önde gelmiştir” şeklinde yorum yapıyor. Ariş’in markalaşma yolculuğundaki adımlardan da bahseden Güzeliş, pırlantanın 4C kuralına (cut-color-clarity-carat) beşinci C’yi yani sertifikayı (certifcate) ekleyerek sektörde pırlantalı mücevheri, garantili ve sertifikalı olarak satışa sunduklarını belirtiyor. Ariş’in 1984 yılında kurumsallaşma yolunda ilk adımı atarak mağaza açan ilk mücevher markası olduğunu söyleyen Güzeliş, “80’li yıllarda mücevher sektöründe ilk defileyi gerçekleştirdik. 2003 yılında başarılı bir öngörüyle ilk e-ticaret sitesini kurduk. Ariş Pırlanta 2009 yılından itibaren bünyesinde Kurumsal Pazarlama departmanını oluşturdu” diyor. Ariş’in yolculuğu dört kuşaktır devam ediyor, halihazırda 140 çalışanı bulunuyor. Yeni dönemlerde e-ticarete ağırlık vereceklerini belirten Güzeliş, dünya düzeninin yeniden şekillendiğini ve pandemi sürecinde alışkanlıkların değiştiği, dengelerin bozulup yeniden kurgulandığı yepyeni bir dönem olduğunu söylüyor. Güzeliş, “Pandemi, yaşamlarımızda, çalışma hayatımızda kalıcı değişikliklere neden oldu. Tüketici davranışlarında ve iş süreçlerinde değişim trendlerini hızlandırdı. Dijitalleşme artarak devam edecek. Her şeyden önce buna yönelik çalışmaların devam etmesi hızlandırılması gerekiyor. Dolayısıyla geleceğe yönelik planlarımızda dijitalleşme, sürdürülebilirlik, verimlilik, çevre duyarlılığı gibi başlıklar ilk sıralarda yer alıyor. Günümüz tüketici alışkanlıkları, gelişen teknoloji, değişen ve şekillenen koşullar çerçevesinde e-ticaret’e yönelik çalışmalarımız devam edecek” diyor.
E-TİCARETE AĞIRLIK VERECEK
Neredeyse 100 yıllık bir marka olan Nurus’un hikayesi, 1927 yılında Nurettin Usta’nın Ankara’da bir marangoz atölyesi kurmasıyla başladı. Şu an üçüncü kuşak işin başında. Markanın yaklaşık 600 çalışanı var ve yönetim kurulunun yüzde 60’ı kadınlardan oluşuyor. Küçük bir atölyede başlayan hikaye, bir süre sonra ‘Nurettin Usta Mobilya Grubu’ adı altında hizmet vermeye başladı. Nurus Yönetim Kurulu Başkanı Güran Gökyay, 1980 yılından itibaren özel ve kamu sektöründen gelen taleplerin artmasıyla ofis mobilyaları üretiminde uzmanlaşma kararı alındığının bilgisini veriyor. Gökyay, “Ofis mobilyası üretiminin gelişerek devam etmesi sonucunda 1983’de Nurus A.Ş, 1990’da Numaş A.Ş. ve 1991’de Nupa A.Ş. şirketleri kurularak gruba dahil edildi. Bugün neredeyse Cumhuriyet’le aynı yaşta bir marka olarak 96. yılımızı kutlarken, teknolojinin ve yenilikçi tasarımın birleştirildiği ürün yelpazemizle geleneklerine bağlı ve sürdürülebilirlikten de ödün vermeden, tanınan profesyonel mobilya üreticilerinden biri olduk” diyor. Nurus, 2023 yılı itibarıyla 50’den fazla küresel noktada müşterilere hizmet veriyor. Öte yandan, Münih merkezli Nurus GMBH ile de Avrupa’daki müşterilere ulaşıyor. Markanın ikinci yüzyıl hedeflerinden de bahseden Gökyay, gelecek dönemde en önemli önceliklerinden birinin e-ticaret olacağını vurguluyor. Gökyay, “2024 yılı sonunda gelirlerimizin önemli bir kısmının e-ticaretten gelmesini hedefliyoruz. Gençleri destekleyen bir teknoloji firması olarak Ankara’daki üretim alanımızda elektrik, matematik, fizik, inşaat mühendisi, kimyager, mimar ve farklı disiplinlerden gençleri yetiştiriyoruz. ‘El vermek’ olarak adlandırdığımız bu kurumsal özelliğimiz sayesinde kuşaklar arası bilgi aktarımına katkıda bulunuyor ve gelişim, ilerleme, büyüme konularında sürdürülebilir bir yaklaşımı devam ettiriyoruz. Öte yandan, sürdürülebilirliğin ana aksları içerisinde yer alan çevreye duyarlı üretim konusunda da büyük yatırımlar yaptık ve yapmaya devam ediyoruz; karbon emisyonlarının sıfıra indirilmesi hedefiyle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Nurus bünyesinde mobilya işi evrilerek devam edecek ve projeden daha çok ‘ürün’ işine dönüşecek. İşimizin devamlılığı çok önemli, bu sebeple ürün geliştirme konusunda yoğun çalışmalarımız mevcut” diyor. Değişen toplum yapısına uygun oluşan yeni tip ofislerde ve evlerde kullanıma uygun yeni tip mobilyaların yaratılması da Nurus’un gündemindeki konulardan. Gökyay son olarak, “Yıl sonundan önce sadece çocuk kullanımına uygun ilk koltuğumuzu lanse etmeyi planlıyoruz, bunun arkasından yine çocuklar için başka ürünlerimiz gelecek. Böylece daha farklı ürünler ile müşterilerimize hizmet etmeyi ve markamızı daha genç kuşakların kullanımına açmayı hedefliyoruz. Aynı zamanda bir mühendislik firması olan Nurus’un şu anki fabrika kapasitesi 40 bin metrekare. Yeni fabrika bina projemiz ile 60 bin metrekare alanda üretim yapmayı hedefliyoruz” diyor.
ÇİKOLATA ÜRETİYOR
Elit Çikolata ve Şekerleme Sanayi A.Ş, 1923 yılındaki ilk sicil belgesinde yer alan ‘Menage Chocolate (Fabrique de Chocolat Fondee en 1923) adıyla Eminönü’nde üretime başlamış. Daha sonra ‘Elite Çikolata, Meyveli Şeker ve Karamela Fabrikası’; olarak yoluna devam etmiş. ‘Elite’ halk tarafından sonraki -e harfi okunarak yanlış telaffuz edilince de 1930’lu yılların ikinci yarısında ‘Elit Çikolata ve Şekerleme Fabrikası’ adı alınmış. 1985 yılına gelindiğinde firma, bugünkü ünvanı olan Elit Çikolata ve Şekerleme Sanayi A.Ş. olarak tescillenmiştir. İlk yıllarda imalat grubunda üretim yaparken, zamanla perakende ürünlerini de portföyüne ekledi. Bugün Elit Çikolata, çikolata kaplı draje çeşitlerinden madlen çikolatalara, spesiyal çikolatalardan tablet çikolatalara kadar çikolatanın her çeşidinden oluşan ürün yelpazesiyle bugün de hizmet vermeye devam ediyor.
BANDIRMA’DAN İSTANBUL’A…
Çift Geyik Karaca, 1917 yılında Halil Karaca tarafından Bandırma’da kuruldu. Karaca, daha sonra 1932 yılında İstanbul’da da şube açar. Daha sonra 1949 yılında Karaca Örme Sanayi olarak İstanbul’da üretime başlar ve 1961 yılında yurtdışına ihraç edilen ilk Türk Tekstil markası olarak adını yazdırır. 1965’li yıllara gelindiğinde Karaca, beş kıtada 36 ülkeye ihracat yapan ve marka bilinirliği en yüksek şirketlerden biri oldu. 70’li yıllarda Karaca markası, işletme organizasyonu açısından bir dizi değişim geçirdi. 1972’de Nurettin Karaca hisselerini Hayrettin Karaca’ya devretti. 1973’te de “Çift Geyik Karaca” logo ve markası yeniden tescil edildi. 1974’te Karaca Holding kuruldu ve yönetimde profesyonel idarecilerin alanı genişletilerek firma daha kurumsal bir yapıya büründü. Hayrettin Karaca’nın oğlu Atay Karaca 1975’te babasıyla şirketi yönetmeye başladı ve genel müdür oldu. 1978’de ise perakende alanında mağazalaşmak için “Pertaş Şirketi” kuruldu. 1998 yılında Tekfen Holding bünyesine katılan Karaca, 2005 yılında Narin Group ailesine katılarak marka değerini artırmak üzere atılımlara girişti. Versace gibi dünya devlerinden tasarımcılar ve profesyoneller transfer edildi. Çift Geyik Karaca, 1993 yılından bugüne yüzde 100 Türk sermayesiyle triko üreten ve 1998’den beri Avrupa ve Ortadoğu’da birçok ülkeye ihracat yapan Narin Group bünyesinde kısa zamanda tekrar büyümeye başladı. 2000’li yıllarda yine çift geyikli logosuyla TOSS adlı yüksek kalitede daha spor çizgiler taşıyan yeni bir marka daha yaratıldı.
BEŞ KUŞAKTIR DEVAM EDİYOR
Güllü Ailesi, 1800’lü yıllardan beri baklavacılık yapıyor. Ailede baklavacılığa ilk başlayan kişinin, Gaziantep’te “Güllü Çelebi” diye anılan Hacı Mehmed Güllü olduğu biliniyor. Gaziantep’te tatlıcılık mesleğine giren Güllü Çelebi, meslekte ilerleyebilmek için tatlıcılıkta en ileri bölgeler olan Halep ve Şam’a gidip baklavacılığın inceliklerini öğrenmiş. Güllü Çelebi’nin vefatından sonra oğlu Hacı Mahmud Güllü, baba mesleğini sürdürdü ve oklava ile tek tek açılan ince yufkadan baklava yapımını başlattı. Hacı Mahmud Güllü’nün dört oğlu da baklavacı olarak yetişince, Güllü Ailesi’nde baklavacılık bir gelenek halini aldı. Baklavaların rağbet görmesinden cesaret alan Hacı Mahmud Güllü’nün torunu Mustafa Güllü, baklavacılığı İstanbul’a taşımaya karar verdi. 1949 yılında Karaköy’de açılan İstanbul’un ilk baklava dükkânı, aynı zamanda Gaziantep dışındaki ilk fırınlı baklava dükkânıdır. 1949’da küçücük bir dükkânda faaliyete başlayan Karaköy Güllüoğlu, şimdi dünyanın ilk baklava fabrikasına sahip ve Karaköy’deki fabrikada, günde yaklaşık 2,5 ton baklava üretiliyor. Nadir ve Ömer Güllü kardeşler, Karaköy’deki müessesede babalarının yanında kaldılar. Nadir Güllü, çocukluğundan bu yana fabrika çapında bir imalathane hayal etmişti. İşin başına geçince bu hayalini gerçekleştirmek için kolları sıvadı ve 1996’da Mumhane Caddesi’ndeki baklava fabrikasını kurdu. Hem Yönetim Kurulu Başkanlığı hem de baklava ustalığı yapan Nadir Güllü; kardeşi Ömer Güllü, çocukları Ebru Güllü Abanoz, Tuğba Güllü Sürmeli ve Murat Güllü ile aile mesleğini sürdürüyor. 1949’dan beri Karaköy’de çok şey tarihe karıştı, ama Karaköy Güllüoğlu beş kuşaktır yaşıyor.
HELVAYI GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TAŞIDILAR
Koska’nın geçmişi, 1900’lü yılların başında Denizli’de Hacı Emin Bey’in faaliyet gösterdiği helvacı dükkânına kadar uzanmakta. Baba mesleğini sürdüren Halil İbrahim Adil Dindar, 1931 yılında oğullarıyla İstanbul’a gelerek Koska semtinde bir dükkân açar, zamanla ürettikleri helva ve tatlıların lezzetiyle ünlenir. Bulundukları semtten dolayı ‘Koska’daki Helvacı’ olarak anılmaya başlar ve daha sonra bu ünvanı markaları olarak tescilleyerek “Koska Helvacısı” olur. 1974’te Topkapı’da kurulan fabrikada helvanın yanı sıra lokum, reçel ve koz helva üretimine de başlanır. 1959 yılında Beyazıt’ta Ordu Caddesi üzerinde alınan dükkân Koska Helvacısı’nın yeni evi olur. 1980’lerde bu bina yıkılır. Koska semtiyle bağlarını koparmak istemeyen aile güçlükler içinde bulunduğu dört bitişik dükkânı birleştirerek Türk Hava Kurumu Apartmanı’ndaki dükkânı açarlar. 1971 yılında Halil İbrahim Adil Bey vefat edince beş çocuğundan üçü babalarının ve dedelerinin tarihi mirasını devralır. 1974 yılında Koska Helvacısı Topkapı’da lokum, reçel, tahin, koz helva üreten fabrikayı açar. Mümtaz ve Nevzat Dindar, Merter’de kurulan modern tesislere taşınarak “Koska Helvacısı Merter” adıyla ayrı bir şekilde ticari faaliyetini sürdürmeye başlar. 1992 yılında Mümtaz Bey’in vefatından sonra Nevzat Dindar, çocukları ve yeğenleriyle Avcılar Ambarlı Kavşağında yeni tesislerinde üretime devam eder. Bugün yurtdışındaki tüm market zincirlerinde ve 78 ülkede bayilikleriyle ürünlerinin satışını gerçekleştiriyorlar. Aile içinde varılan mutabakata göre, Koska adını kullanma hakkı Koska Helvacısı Merter ve Koska Mahir Gıda olmak üzere iki şirketin uhdesinde olacaktı. 2010 yılında Koska Helvacısı Merter müşterilerinin iki firmayı daha iyi ayırt edebilmeleri amaçlı Koska logosunda bulunan “O” harfinin içine nazar boncuğu yerleştirme kararı alır. Koska adını gururla taşıyan her iki kuruluş da yıllar içinde kalite standartlarını en üst seviyelere çıkartmak ve klasik ürünlerinin yanına yenilerini eklemek gayreti içinde oldu.
“Cumhuriyet tarihinin ilk global yatırımcılarından biriyiz”
Leszek WACİRZ / Nestlé Türkiye CEO’su
Türk tüketicisiyle 1875’te tanıştık ve Türkiye’deki ilk fabrikamızı 1927’de kurduk. Bu sene 100. yılını kutlayan Cumhuriyet tarihinin ilk global yatırımcılarından biriyiz. İlk yerel fıstıklı çikolatadan, ilk çözünebilir kahveye kadar çok sayıda inovasyonda imzamız bulunuyor. 117 yıldır, Türkiye’de iftiharla üretmeye, toplum ve gezegen için fayda yaratmaya devam ediyoruz. İlk günden beri Cumhuriyet’in en yakın tanığıyız ve artık “Cumhuriyet Bizim Yuvamız.” Toplamda beş üretim tesisiyle faaliyet gösteriyoruz. Bugün Türkiye’de 11 farklı kategoride 800’ü aşkın ürün ve 50’ye yakın markamızla faaliyet göstermeye devam ediyoruz. 1927’de açtığımız çikolata fabrikamızla Türkiye’nin ilk sanayi yatırımcılarından biriyiz. O günden bu yana yatırımlarımızı sürekli artırdık. Bir fabrikayla başlayıp fabrika sayımızı beşe çıkardık. Düzenli büyümemizi gelecekte de sürdürmeyi hedefliyoruz. Şüphesiz ki bu bir birliktelik ve bu birliktelikle hem Türkiye hem de Nestlé adına hayata geçirdiğimiz tüm çalışmalarla daha iyiye odaklıyız. Türkiye’nin dünü, bugünü ve geleceği için katkı sunmaktan mutluluk ve gurur duyuyoruz. Bence başarının tarifi, insanlarla ve harika takımlar kurmakla ilişkili. Nestlé Türkiye’de biz buna sahibiz. 3 bine yakın doğrudan, 7 binin üzerinde dolaylı çalışanımız bulunuyor. Karacabey laboratuvarlarımızda, Türkiye pazarına yönelik yeni ürünler geliştirmek için Nestlé’nin küresel Ar – Ge bilgi birikimini ve yerel tüketicinin damak tadına ilişkin tecrübemizi birleştiriyoruz.
“Geleceğin bankasıyız”
Hakan ARAN / İş Bankası Genel Müdürü
İş Bankası, her zaman bir bankadan çok daha fazlası olan bir Cumhuriyet kurumu. Bankamız “Kapsayıcı ve katılımcı bir yaklaşımla sürdürülebilir değer yaratan geleceğin bankası olmak” vizyonuna sahip. Bu çok sade, basit bir ifade gibi duruyor olabilir ama her kelimenin büyük bir ağırlığı olduğunu, her birinin altının ayrı ayrı çizilmesi, vurgulanması ve doldurulması gerektiğini düşünüyorum. ‘Geleceğin bankası’ olup bitilen, ulaşılan bir şey değil. Her gün yeniden kazanmanız, hak etmeniz gereken bir ünvandır. Türk bankacılık sektörünün gelişimi için geçmişte pek çok öncü hizmeti hayata geçirdik. Ancak Gustav Mahler’in de dediği gibi ‘Gelenek küllere tapınmak değil, alevin kuşaktan kuşağa aktarılmasıdır’. Doğaya, insana, toplumun refahına dair yapılan her şey aslında geleceğe bir yatırım. Bu, bizim vizyonumuzun ayrılmaz bir parçası. Cumhuriyet bizlerden ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller’ ister. Kurucumuzun böyle bir ülküsü varken nasıl olur da bir banka olarak kalabilirsiniz? İş Bankası bu milli ülküyü düstur edinmiş, ülkemizin medeniyet ufkunda bir güneş gibi doğması için çalışmış ve çalışmaktadır. Koç Üniversitesi İş Bankası Yapay Zekâ Uygulama ve Araştırma Merkezi, Koç Üniversitesi İş Bankası Enfeksiyon Hastalıkları Uygulama ve Araştırma Merkezi, Türkiye İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi, Yenicami’deki Türkiye İş Bankası Müzesi, Patara, Nysa, Teos, Stratonikeia, Zeugma arkeolojik kazılarına verdiğimiz destek, çocuklarımızın daha iyi eğitim alması için Darüşşafaka ile el ele vermemiz, TEMA ile 81 İlde 81 Orman projemiz, satranca, olimpiyatlarla çocuklarımıza verdiğimiz desteğimiz… Tüm bunlar sürdürülebilir değer yaratmaktan, geleceği inşa etmekten, geleceğin bankası olma vizyonumuzdan ne anladığımızın, ne anlamamız gerektiğinin karşılığıdır. Çocuklarımızın da bizlerle aynı havayı soluyarak, aynı refahı paylaşarak yaşama hakkını ellerinden almamak için sürdürülebilir değer yaratmaya inanıyoruz. İnsanlarımıza teknolojiyi, yeniliği kullanmayı, veriyle çalışmayı öğreteceğiz, sürekli gelişeceğiz. Biz hızlı öğrenen, hızlı adapte olabilen, ufku açık bir halkız. Denemeyi, hatalarımızı düzeltmeyi, bildiklerimizi paylaşmayı biliriz. Atatürk inkılaplarını başarmış bir halkız. Bugün Anadolu’nun köy pazarlarında bile kredi kartıyla alışveriş yapılıyorsa, ustalara cepten EFT ile ödeme yapılıyorsa, 90 yaşındaki annemiz, babamız, teyzemiz, amcamız akıllı telefon kullanabiliyorsa inanıyorum ki ikinci yüz yılımızda Atatürk’ün yapmak istediklerini başarabileceğiz.
ASIRLIK 41 MARKA DERNEĞE ÜYE
Yüzyıllık Markalar Derneği, Türkiye’deki 100 yıllık markaları bir araya getirmek, deneyimlerini, yıllar içinde biriktirdikleri değerleri geleceğe taşımak amacıyla çalışıyor. Bir diğer amaç ise yüzyıllık markaları bir anlamda akredite etmek. Süreçle ilgili bilgi veren Yüzyıllık Markalar Derneği Başkan Yardımcısı Asude Alkaylı, “Bu süreç üyelik şartları dahilinde tarihi evrak, markanın soy ağacı, tarihçesinin belgelenmesi ve bir protokol çerçevesinde onay süreci aşamalarını içeriyor. Dolayısıyla temelde derneğin üyesi olmayan markaların arşivleri ile ilgili veri erişimi ve teyidi kısıtlı olduğu için araştırma süreci de kısıtlı kalıyor” diyor. İlk araştırmayı Tarih Vakfı ile yaptıkları bir projede gerçekleştirdiklerini söyleyen Alkaylı, geniş bir literatür taraması ile başladıklarını belirtiyor. Alkaylı, “İlerleyen dönemde Türkiye’deki Ticaret Odaları ile iletişim kurarak araştırma sürecini devam ettirdik. Bu kapsamda 200’ün üzerinde işletme olduğunu söyleyebiliriz. Bu sene ‘Cumhuriyetin 100. Yılında Yüzyıllık Markalara Çağrı’ projesini başlattık. Köklü kuruluşları, markaları derneğe davet ediyoruz. Yüzyıllık Markalar Derneği’nin üye sayısı 41, ama elbette bize üye olmayan yüzyıllık markalar var” diyor. Markaların tarihlerine, arşivlerine sahip çıkmaları, araştırmaları, düzenli kayıt tutmaları, bu içerikleri görünür kılmalarının çok değerli olduğunu vurgulayan Alkaylı, bu konuda aday üyelerimize danışmanlık hizmeti sunduklarının da altını çiziyor. Buradaki temel amacın; arşiv, tarih, belge, hafıza ve devamlılığın önemine dikkat çekmek olduğunu belirten Alkaylı, “Dile kolay, 100 yıl bir işi sürdürmek ve büyütmek hiç kolay değil. 100 yıl ayakta kalabilmek için işletmeler önce işini iyi yapmalı. İtibarını, devamlılığı, içeriden güçlenmeyi, gelenek ve değerlerine sahip çıkmayı öncelemeli. Öte yandan güncel dönüşüm alanlarını kaçırmamalı, mutlaka gündemine almalı ve yapıyı geleceğe taşımanın gerekliliklerini uygulamalı. Yani geçmiş ve geleceği bir arada tahayyül etmeli” diyor. Mirası olan köklü markalar, üç zaman dilimini kapsar, geçmiş, bugün ve gelecek. Bu da köklü marka kültürü ve devamlılık demek. Konuyla ilgili Alkaylı, “Yüzyıllık markalara baktığınızda bu ortak özellikleri taşıdığını söyleyebiliriz. 100 yıllık geçmiş uzun soluklu ilişki anlamına geliyor. Müşteri, tedarikçi, tüm paydaşlar ve hatta çalışanlar ile uzun süreli ilişkiler, bu da güven oluşturuyor. Güvenle yine yıllar içinde oluşan, bağlılık ve ortak hikaye yazımı köklü markalara rekabet üstünlüğü sağlıyor” şeklinde konuşuyor. Alkaylı, son olarak “Araştırmalar yüz yıllık, mirası olan markaların öncelikli olarak tercih edildiğini gösteriyor. Bu aynı zamanda sorumluluk demek, 100 yıldır var olmak, gelecek yıllar için hem ihtiyatlı hem de öngörülü olmayı gerektiriyor” diyor.