Turgut Uyar Şiirleri yazımızda, İkinci Yeni’nin Edip Cansever ve Cemal Süreya ile birlikte en güçlü isimlerinden olan Turgut Uyar’a ait en güzel şiirleri bulunmaktadır.
Türk şiirinin en yalnız, en mutsuz, en umutsuz, bu yüzden de -mutlu değilse bile en kalabalık, en umutlu şairinden kısa sürmüş uzun bir yolculuğun tüm konakları!.. Öncü bir dil, sevgiyi bile acıtan bir duyarlık ve “bütün mümkünlerin kıyısı”nda yaşanan çaresizliğin son sığmağı:
► Anlamlı Sözler ► Kısa Sözler
► Laf Sokucu Sözler ► Özlü Sözler
Yazımızı üç başlık altında derledik:
“Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum”… ya da…
“Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük âmenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız”
Göğe Bakma Durağın‘dan Dün Yok mu’ya Turgut Uyar Şiirleri yazımız…
Daha önceden yayınladığımız Turgut Uyar Kimdir? ve Turgut Uyar Sözleri yazılarımıza göz atarak Turgut Uyar hakkında daha fazla bilgi sahibi olabilir, Turgut Uyar Şiirleri yazımızı daha farklı bir gözle okuyabilirsiniz.
Aşağıdaki tablodan okumak istediğiniz şiire tıklayabilirsiniz.
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Suların ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım
Herkes seni sen zanneder.
Senin sen olmadığını bile bilmeden,
Sen bile..
Seni ben geçerken,
Derim ki,
Saati sorduklarında;
Onu ”O” geçiyordur.
Kimse anlam veremez.
Tamir ettirmedin gitti derler şu saati.
Ettirmek istiyor musun demezler.
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
Zamanı durdururum yüreğimde,
Sensiz geçtiği için,
Akrep yelkovana küskündür.
Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.
Bil ki akrep yelkovanı geçerse,
Atan bu yüreğim durur.
Bırak bozuk kalsın, hiç değilse;
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
senin için alışılmış şeyler söyleyemem sana yaraşmaz
kış gecesi amcamızdır bahar yakından kardeşimiz
alır başımı erzincan’a giderim seni düşünmek için
dörtlükleri bozarım çünkü dağlar ne güne duruyor
kıyılar ve eskimeyen her şey seni anlatmak için
bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur
ne var ki ıslanır gider coskunluğum durmadan
durmadan
dağ biraz daha benden deniz her zaman senden
hiçbir dileğimiz yok şimdilik tarihten coğrafyadan
kimselere benzemesin isterim seni övdüğüm
seni övdüğüm zaman
güzel bir çingene yalnız başına dolaşmalı kırlarda
seni övdüğüm zaman
Ben de günahkar kullarındanım Allahım…
Bir “Kulhuvallahi” bilirim dualardan,
Bir de “Yarabbi şükür” demeyi doyunca.
Bir kere oruç tutmam ramazan boyunca,
Ama çekmediğim kalmadı sevdalardan.
Ben de günahkar kullarındanım Allahım!..
Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!..
Eğer bilmiyorsan işte, haberin olsun.
Ekmek derdi, aşk derdi unutturdu seni.
İnsan hatırlamıyor dün ne yediğini.
Zaten yediğimiz ne ki hatırda dursun.
Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!..
Yazdıklarıma sakın darılma Allahım!..
Meleklerin sana bunları söylemezler.
Artık, pek yarattığın gibi değil dünya
İnsanlar hem sabuna karıştı, hem suya:
Ne olursun, hoşuna gitmediyse eğer,
Yazdıklarıma sakın darılma Allahım!..
Sana bir şey soracağım, affet Allahım!..
Beş vakit kızlar doluyor camilerine,
Beyaz yaşmaklı, beyaz tenli, masum kızlar…
Benim bir defa görüşte yüreğim sızlar;
Sen tutulmadın mı, içlerinden birine?
Sana bir şey soracağım affet, Allahım!..
İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!..
Kıt kanaat sere serpe yollar boyunca…
Sen, bizim için hâlâ o ezeli sırsın.
Sen de, bizi bilmiş olsan, başkalaşırsın..
Herkesin kederi, gailesi boyunca.
İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!..
Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
sevgim acıyor
Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlar da orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak
En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
ötede beride yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı firengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
Bütün söz vermelerin tarihçesi
sevgim acıyor
Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
o kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar
Tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
Kış geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazan yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse
Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar
tut ki sen bir şiiri çok iyi yazsan
ya da çok iyi bir şiir yazsan
bir saatin aralıksız işleyişi
bir çocuğun bir sokak kedisini sevişi
bilmem ki sanki güzel bir akşam gibi
onun için her akşamı iyi yaşamalıyım
yani kıskanılan onu
demek istediğim hepsi
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç’ten.
Vapur düdükleri ötmededir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam…
Yolculuğum uzun surmuş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş-on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.
Şarkılar söylemişim pencereden,
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapanca’dan bir sepet elma almışım…
Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu…
Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
– Kim o? dersin uykulu sesinle içerden.
Sacların dağınıktır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç’ten.
Fabrika düdükleri ötmededir.
kente kapandık kaldık tutanaklarla belli
sirk izlenimlerinden seçmen kütüklerinden
yüzlerimiz temmuzdan ötürü sallanır ve uzar
ve her köşe bir tuzaktır
birer darağacıdır her meydan saati
öğle vaktini kesinlikle gösteren
oysa hep güçlü dağları görmenin zamanıdır
çığlığım uzun uzun kalır içimde
yani güller giyinmiş bir adam nerde ben nerde
rüzgâr bir dirimi dört yöne bölerken tepelerde
ve gece duruşmasından yeni çıkmışken
sabahın terazisi eksik tartar gölgemi
artık öyle açık ki kuşkuya yer yok
kim gelirse gelsin acıya hep yer vardır
tutanaklarda duvar diplerinde ve bazı yerlerde
örneğin çukurova ve mekong köylerinde
acıdır ağacın gölgesini yapan
bunu herkes bilir
kutsal acı beslegen acı sütünü emiyoruz
yatıyoruz seninle terli döşeklerde
saati seninle kuruyoruz bir çalar saati
sen donatıyorsun kalbimizi
kalbimiz çoğu zaman yeterli ve ürkek
kendi çoğunluğunu kendi üreterek
Hâlbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.
Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak
Bir yandan toprağı surduk
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık
Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden
“Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı”
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli
Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.
Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ışıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastırda oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında
Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı
Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk
“Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ayışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben”
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
“Hâlbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum”
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.
Seni boydan boya sevmişim,
Ta Kars’a kadar Edirne’den.
Toprağını, taşını, dağlarım
Fırsat buldukça övmüşüm.
Sen vatanımsın, ekmeğimsin
Duyduğum, bildiğim zafersin yıllarca..
Zonguldak’ta 63 numara
Nazlı sahiller Akdeniz’de.
Sevdasın ciğerlerimde parça parça
Yarı kalmış dileğimsin…
Sen Koçhisar’da tuzum,
Sille’de kızım…
Çift kulaklı Sürmene bıçağı belimde.
Varmışım çiğ köfte yemeye Adana’ya
Dadaloğlu’ndan bir koçaklama dilimde:
– Şu yalan dünyaya geldim geleli..
Hey vatanım, bacım, sağdıcım, emmim
Senden bir yara her yerimde.
Desteye güreşmişim Kırkpınar’da.
Durmuş da yorgunluk çıkarmışım,
Bir akşam vakti
Dört bardak kırtlama çayla Erzurum’da..
Güzel günlerim vardı yağmurlarla ıslanan,
Ve güzel gecelerim masallarla dopdolu.
Her şey, her şey güzeldi, gözyaşı, dünya, zaman,
Böğürtlen topladığım ıssız, tozlu koy yolu,
Güzel günlerim vardı yağmurlarla ıslanan.
Ufacık korumuzda dolaşırdım korkuyla,
Ve Allahı arardım serce yuvalarında,
Bulamayınca dua yollardım akan suyla,
Göğü bulutlar saran bahar havalarında,
Dolaşırdım ufacık korumuzda korkuyla.
Seyrederdim göklerde her gün büyüyen ayı.
Ve kale duvarından yıkık mezarlıkları,
Bana korkunç bir devi hatırlatan kayayı.
Ve annemin taktığı mavi nazarlıkları,
Seyrederdim göklerde her gün büyüyen ayı.
Odanın ortasında yanan petrol lambası,
Ve bazan şimşeklerle aydınlanan geceler.
Bacamızın üstünde duran leylek yuvası,
Ne güzeldi ne güzel masallar, bilmeceler.
Odanın ortasında yanan petrol lambası.
Neş’elerim geride kaldı eski günlerde,
Güzel günlerim vardı yağmurlarla ıslanan,
O doğduğum diyarda, o kuru ıssız yerde,
Petrol değil masaldı lambalarında yanan
Neş’elerim geride kaldı eski günlerde…
“sen beni sevdikçe ey yar derdim artar daima”
çünkü beni sevsen de
güvenmezsin bana bilirim
ama artan her şeyle birlikte yanlışlık da artar
meselâ her su gözyaşı olur
her dönem bir hazin geçiş
suya boşversem yanılsama
aya baksam bir bulut
sevgisizlikle birlikte yanlışlığın hükmü başlar
bir düşün kaç kişiyiz bildirilerde
şimdilik kaç paralığız hele akşam olunca
bunca sütsüzün kahrını çektik düşün ki
gene de soluğumuz
bir orman yangını sanılır oralarda buralarda
ezildik gerçi ama horlanamadık bunu hatırlarsın
mutlaka hatırlarsın bunu
tut ki enver bırakır tehdidini
ethem başlar
çünkü beni sevsen de bana güvenmezsin iyi bilirim
apoletim sırmasız hattâ hiç yok
su içsem ağzımın kenarlarından dökerim
neyi hatırlatır benim sana uzak bir bakışım
bilirim
aslında mutsuz yaşayıp gidiyoruz
ölüme direnerek şimdilik
şimdilik alımlı başka mutluluklara özenerek
aşkımız ve mutfak rafları ve uçaklar üstüne korkumuz
bir yudum gelecek ve mutlu saatler üstüne korkumuz
ama birlikte biliyoruz: eğilecek bugünkü başlar
sev beni, alış bana
kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını
bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
zorlayarak her bir yanı
çünkü biraz sonra umut başlar hergünkü, başlar
aslında bir alıştırmadır umut
öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı
-baharı beklemeye benzerhain
ve olmayanadır çünkü
umutsuzluğu taşır yanında
oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih
önüne durulmaz mantığıyla doğanın
yeşilden olma birim
sudan gelen itmeyle
umut yoktur
kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
bütün gümbürtüsüyle
umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
biri Asya’da biterken sözgelişi, Şili’de öbürkü başlar
BEN.
kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
kaç kilo çekerdi yalnızlık
kaç kere ezildim altında
yaz yağmurlarının
belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize
kim sevmezdi çiçekleri filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan” dedi
bunu palyaço söyledi,
palyaço söyledi ben yazdım
yazdım, yazmasam ağlayacaktım
herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım
sırf bu yüzden mi ağladım
alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz
biraz birazdım her şeyden
dün biraz sinirlenmiştim mesela
yarın bir kadını seveceğim biraz
biraz biraz kör oldum bügünlerde
ama rakı kadehlerini boşaltmayın
eksilmesin hiçbir şey
hiçbir şeyden dahi olsa
kalsın biraz
II.
umursamıyorum yılgınlığımı filan
çünkü sessizce yaşanmalı her şey
bir devrim sesszce olmalı mesela
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun
bir palyaço neden yalan söylesin ki
ben palyaço olsaydım söylemezdim
marangoz olsaydım da söylemezdim
ben insan olsaydım yalan söylemezdim!
hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
kaç kilo çeker ki bir palyaço
hem neden yüzüme vuruyorsunuz
bir çirkin ördek yavrusu olduğumu
gocunmam ki ben, ben gocunmam
bir palyaço ne kara gocunmazsa
o kadar, o kadar gocunmam işte
hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik
her sokakta biraz daha eksilirdik
bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen
bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu
”duyamadım”, derdim, “tekrar et!”
sessizliğe bürünürdü o vakit her şey
sokaklar daha bir puslu
palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu
ve ben daha bir alçak olurdum
ağlardım biraz
hem sen kimsin, çekiştirme diyorum
hatta kuyruğuma basma diyorum
acıyor, tırmalarım,-
diyorum
kahrol, kahrol!
diyorum
IV.
geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
korktum birden, kusacak gibi oldum
”olur öyle” dedi palyaço,
”herkes alçaktır biraz”
”otur ulan!” dedim, bağırdım ona
ben bazen bağırırım biraz
”rakı doldur!” dedim, “eksilmesin!”
ben bazen eksilirim biraz
aslında hepimiz eksilirmişiz biraz
bunu sonradan öğrendim
ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim
örneğin;
geçen gün bir kadınla seviştim
biraz değil çok seviştim
ya işte öyle palyaço
diyorum ki,
bunu da yeni öğrendim
sevişmek de eksilmekmiş biraz
V.
kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan”
dedi
bunu palyaço söyledi
palyaço söyledi, ben yazdım
yazmasam, alçak olacaktım
hem ben roman da yazdım biraz
bazen diyorum ki, palyaço,
sen olmasan ben ne yaparım
alçakça eksilirim belki biraz
her yağmur yağışında yerindi dibine girerim
hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi
biraz biraz anlıyorum ki,
yüzler eller, o terli vücutlar filan
her şey plastikmiş biraz
VI.
haydi sirtaki yapalım palyaço
rakı doldur, yine eksildik biraz
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük âmenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama ağaçlar şöyleymiş
Ama sokaklar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim dizboyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle döğüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Sevgilim sevgilim
kuzey sanrısı gibidir
geceyi beşe filan böler
sonra ayılar hüzünden ölmez
sevgilim sevgilim
açlıktan ölür onlar
işte bundan ötürü
hüznü artık bir ayıya bıraktım
sevgilim sevgilim
bir ayıya
ister ormanda kullansın
ister buzdağında
hayatın kutlu olsun sevgilim
ki sana değişe değişe aktım
kimi zaman bir japon gibi uykusuz kaldım
-uykusuz kalır mı onlar bilmem aslında-
sevgilim sevgilim
bir orman gibi çoğal aramızda
sen çoğal aramızda
şehirden bir çocuk olarak şurda burda
bir sabuntozu markasında köpürerek
çınarın tutsaklığını
ve menekşenin sevincini yaşa
sevgilim sevgilim
hüzne yer var hayatımızda
ipekler tel tel biraraya geldiler dokunmak üzere
lâle nerdeyse menekşeye, gül suya dokunmak üzere
kılıç kesti kan koktu bir atlı dörtnala uzaktan
günbatımının büyük eşitsizliğinden yakınmak üzere
bütün dertler söylendi çareleri bir bir yazıldı
son büyük toplantıda bir bir okunmak üzere
kimseye başvurulmadı herkes birbaşına kaldı, evet
sonradan hep birlikte kurtulunmak üzere
oysa bir çiçek vardı bahçelerde kendini dererdi
sevinçle. Kendini tek haklıya bir gün sunmak üzere
Herkesin
Bir umudu vardır,
Bir savaşı,
Bir kaybedişi,
Bir acısı,
Bir yalnızlığı,
Bir hüznü…
Çünkü herkesin bir gideni vardır…
İçinden bir türlü uğurlayamadığı…
her şey benim kalbimdir
söküp aldığım kardan
kardan söküp aldığım
çocuksuz bir anne gülüşüyle
her şey benim kalbimdir
çünkü pek yaraşmaz bu dünyaya
doğru mu değil mi bilmiyorum
kentler büyüyüp gidiyor ya aldırma
başka bir yaşama tutturmalı diyorum
köprü korkuluklarına
ufak buluşmalara yaslanan
yani tuzun amcası, sevincin
öz kardeşi olan
en küçük bir kuşun gözleriyle
dünyaya baktığın zaman
her şey benim kalbimdir
her şey benim kalbimdir ki bilirim
kimsenin olmadığı bir yerde
ölümü denemek isterdin
hiç değilse bir defa
nisansız bir serçe gibi
herkesin gözlerine saçlarına
avuçlarına dolanan
ama nisan olsa da olmasa da
serçeler benim kalbimdir
şimdi ey mayısımın son haftası
dağda tükenmezdi geçmiş zaman
bilemezsin
nasıl algılıyorum çıplaklığını
ellerim nasıl değiyor uçlarına
bir yerden bir mavi gibi
bir yerden bir rüzgâr
herkes nasıl sanırsa kendini öyle
tastamam öyle tastamam
her şey benim kalbimdir diyorum
her şey kalbimdir diyorum
ve işte o zaman
ölüme eşitliyorum aklığını
Yalanlı dolanlı alçak doğruca yaşanmamış bir
Bir gözsüz kulaksız elsiz ayaksız güdük bir gün
Bütün yitiklerim karalarım üstüste üstüste bütün karışıklığım
Gelip geçtiğim macera şu kadar binler yıllık
Şu kadar binler yıllık karalarım karışıklığım üstüste
Usul usul insan insan ölüm ölüm üstüste
Şu kadar güneş şu kadar su yılanı şu kadar düzen
Ben sebepliyim denizlere aylara kavgalara umutsuzluğa
Bir maviyi durup dururken birine benzetiyorum
Bir balığın ağzını anıyorum durup dururken
Serinliyorum
Ben üç yer tasarlamıştım üçü de sana bana uygun
Biri günebakanlarda biri otuz yaşta birini sorma
Birini sorma gün gelir ben söylerim
Daha usta olurum daha yiğit o zaman söylerim
Bu kırgın karanlığı bir ışıtalım ilkin
Yeniden şehirler kuralım şimdikilerine benzeyen
Baştan başlayalım susamlara ekmeklere
denizaşırılarına sevmelere
Gidip dönelim
Belki bir yerde bir tohumda bir durumda belki
Belki o ses o yudum o yumuşak döşekler yeşil yeşiller
Ben taş çekerim yılmam çamur kararım yol döşerim
Bakarsın göneniriz gidip dönelim
Ben yılmam taş çekerim çamur kararım ben
Senin de gürül gürül saçların var nasıl olsa.
Bektaş yüce dağ başında -yalağuz-du.
Bektaş zaten doğduğundan beri -yalağuz-du…
Bir sopa, üç beş koyun, bir kopek,
Bulutların içinde kendi kendine -yalağuz-du…
Mintanı ile yalnızdı, çarığı ile yalnızdı,
Bilinmez düşünceleri, Tanrısı ile yalnızdı…
Köyde, şehirde, kasabada, dağda
Beş on kelimesi, diliyle.
Yalnız insanların o garip haliyle;
Yalnızdı Bektaş, yapayalnızdı..
Bektaş mayıs böceği kadar yalnızdı,
Esaretinde hürriyetinde sevdasında,
Üç yaşında da yalnızdı, on beşte de, seksende de,
Yağmurların altında, bulakların kenarında.
Türküsünde, koşmasında, şarkısında,
Tamamda da noksanda da,
Papatya gibi yalnızdı, kuşyemi gibi yalnızdı.
……
İğneden ipliğe işte Bektaş, yapayalağuzdu…
üç kere üç dokuz eder
bilirsin
birin karesi birdir
kare kökü de
bilirsin
“mutlu aşk yoktur”
Bilirsin
ama baharda ya da dışarda
sonsuz göğün altında
aşkın aşkla çarpımı
nedendir bilinmez
garip bir biçimde
hep sonsuzdur
kare kökü de yoktur
yazı orda geçirdik kışa gerek kalmadı
safça acemice şarkılar söylendi oyunlar oynandı
sözde sevinç haline getirildi yıllanmış hüzünler
aşklar unutuldu ve bazılarına yeniden başlandı
“insan yaşlandıkça kurtulur” demiş birisi
korkudan belki yılgınlıktan ve başka bir şeylerden
oysa yaşlandıkça bulunur mavinin en iyisi
akasya çürür tren hızlanır eller ufalır gibi
kim yitirir sözgelimi bir başkasının bulduğunu
evet kim yitirir kim bulur
herhangi bir akşam alacası değil ki bu
imdi ey kış diyorum seni de orda geçirseydik
kim düşünecekti bir kumsalda
sabahın tanıksız kendi kendine olduğunu
“oysa” diyor birisi
“sabah yeniden hatırlamadır yaşamayı”
bana kalırsa “oysa” diyenlerden hep korkmalı
“oysa ölüm var” da diyebilir aynı kişi
oysa ölüm yakın olmamalı
süzgün ve uzun şeylerden de korkmalı bana kalırsa
uzun süren devrimlerden süzgün aşklardan
ve bunlara benzeyen başka şeylerden
akasya hemen çürümeli tren birden hızlanmalı
şimdi ey kış diyorum
ne kadar sürersen sür
yaz güzeldi ve sapsarıydı
herkes doydu ve eylendi oyunlar oynandı
oteller ve sokaklar da sapsarıydı
kimler ne konuştu ne yitirdi ne kazandı
ama bir şey vardı eksilen ya da çoğalan
kumun altında mı denizin üstünde mi masalarda mı
“dünya bir sanrıdır” diyor birisi
“belki bir sancı”
ne bırakmıştım orda sahi
mor gibi soylu bir şey mi
bir eziklik mi yoksa
herkes ne kadar da mutluydu “oysa”
ne bıraktıysam o kadar kaldı orda
kışsa
zordur bir yazı anlamak
gerçekten kurtulamadım o yaz gününden
papatya firengi ve haritalar
suskunluk uzay ve bütün öbür şeyler
kim nasıl tanıyorsa beni öyleydim işte
sağ tarafımda deniz solumda rüzgâr
aldığım son solukla
kıvılcım gibiydim cıgaraydım
olur olmaz şeyleri
ve eski yalıları yakmaya
tanıdığım hiç kimse
istemiyordu sorulmasını
geldiği ülkenin
sen sor haziran
duruldum
sonraları Selânikli bir kadının elinden
bildiğimiz rakıyı içtim
o ne günler güneşler
o ne şarkılardı
Selânik kaç para
İstanbul umurumda mı
bir zamanlar
bir çocuk olduğum geçti aklımdan
o da çocuktu bir zamanlar
bir yazı anlamak
zordur ve anlamlıdır
bana kalırsa
en saygın işidir bir kişinin
çünkü güneş ve kalın mavi
insana hiçbir şey hatırlatmaz
öyle ki toparlar hayatın kalbini
ve o zaman
çökelir yaz
tutarak kendi kalbini
umutlar sarıya bırakır kendini
gül uzar karanfil kokar
o zaman sorarım
şimdi mi
ve biz
bir yazı o zaman anlarız belki
gülü çiğdemi filân bırak
sardunyayı karidesi filân bırak
acıyı ve ölümleri bırak
oy pusulalarını ve seçimleri bırak
evet
seçimleri özellikle bırak
çünkü açlık çoğunluktadır
her kişinin ukalâ ömrü
yeter sanılır çiçeklenmeye
ve dünyanın karanlığından
bir aşk bahanesiyle kurtulmaya
kaçıp giden baharların anısı
elden ele devredilen bir gençlik duygusu
lâleler sümbüller bütün öbür boklar püsürler
hakkım var mıdır bunları söylemeye
-vardır
güneş doğarken ve batarken
yazdan kışa girerken ve kıştan çıkarken
ve dağda ve kırda
hakkım vardır çünkü
en azından dünyadan
dölsüz katırlar geçer
yüklü vagonlar geçer
demir yüklü şilepler geçer
yedenleri işletenleri ve tayfalarıyla
ve onların karıları ve çocuklarıyla
ve bilinmez sanılır geleceği
bir demiryolu makasçısının
oysa kesinlikle yazılmıştır
her sevgi kitabında
asıl olan açlıktır
çoğunluktadır
sevişmek o yüzden gereklidir
evet açlık, yok olsun bütün incelikler
mendiliniz var mı, kabak ograten
böf strogonof mantar fileminyon
güneş görmemiş midye
midye görmemiş güneş
ve soygun halindeki otel malzemeleri
ve altın arayıcılar
ve istedikleri yerlerde
yüksek graviteli petrol bulanlar
hem thames kıyısında
hem mekong deltasında
bir kalça fotoğrafına bunlarla birlikte bakanlar
çoğunlukta değildir
açlık çoğunluktadır
artık her şeyi yaşadık
ve birlikte düşündük
ve düşündük ki her şey cehennem
bir bakışta
ve cehennem
başarılmamış bir savaştır
dünyanın ortasında kullanılmamış bir su
cehennem, insanın kendi ciğeri
at sırtında taşınan ölü
kundağa girmeyen bebe
karanlıklarda açan çiçeklerin
bir insanın ölümüne dönüşü
bir insan ölümü olmaya
çünkü açlık çoğunluktadır
-işte o zaman diyorum ki-
gelişin şen olsun senin
her şey esirgesin seni
çünkü açlık çoğunluktadır
ve ezecektir gücüyle dünyayı
-ikimize bir aşk elbette yetmez
türlü şeylerin savunulduğu-
diriliğe eşitliğe tokluğa
artık ayıp olan tokluğa
çünkü açlık çoğunluktadır
Açlık.
Muşamba Nedir, Ne Anlama Gelir? 03 Ekim 2024 Perşembe 22:40 ABONE OL Muşamba, su geçirmezlik…
Yıl 30 Ekim 2008 Perşembe 20:43 ABONE OL Yıl Nedir?Dünyanın, güneş çevresinde tam bir dolanım…
Gebelik Izlemi GEBELİK İZLEMİ Gebelik izlemi, gebeliğin planlanmasıyla başlayan, sağlıklı sürdürülmesini ve sorunsuz bir doğumu…
Menopoz MENOPOZ Menopoz, ovaryan aktivitenin (üreme ve östrojen yapımı) yitimi ertesinde, menstrüasyonun kalıcı olarak kesildiği…
Yeni bir araştırmaya göre, çok sayıda kadın, kadın üreme organlarının en yaygın kanseri olan endometriyal…
Her gün sekiz saat veya daha fazla oturan kişilerin, her hafta 140 dakikadan az orta/yoğun…