Hayatımızın olağan akışı içinde sık sık yaşadığımız bir sahne: Telefonunuza bir bildirim gelir fakat bu yazılı bir ileti değildir. Daha ziyade oynat tuşuna basana kadar konusunu bilinmediğiniz ve akla gelebilecek herhangi bir uzunlukta bir ‘kişisel podcast’ uyarısı gibidir. İlginç bir dedikodu, ters köşelerle dolu bir hikâye yada o esnada elleri dolu birinin oldukça bayağı bir açıklaması olabilir.
Evet, mevzumuz: Sesli ileti, doğrusu çağıl iletişimin en tartışmalı biçimlerinden biri.
Bir metinden daha samimi ve bir aramadan ‘daha azca acil’ olan sesli mesajlar maksimum süre sınırı koymuyor. Bu da kayıt tuşuna basıp sınır tanımayan bir sözlü destan yazılabileceği ve alıcının mesajı gönderen kişinin insafına kalmış olduğu anlamına geliyor.
New York’taki Hollanda konsolosluğunda çalışan 29 yaşındaki Iris Meines, “Bir dakikadan uzun bir süre dinlemek zorunda kalırsam dikkatim dağılıyor ve dinlemeyi bırakıyorum. Bir dakikanın altındaysa ‘Ok’ diyorum. Fakat altı – yedi dakika hakikaten korkulu. Telefonda karşılıklı konuştuğum bir arkadaşımı dahi o süre süresince dinleyebilir miyim, bilmiyorum” sözleriyle bu mevzu ile alakalı düşüncelerini açıklıyor.
Sesli mesajları bezdirici gören Meinescan eğer dostlarıyla karşı karşıya görüşemiyorsa telefonda konuşmayı yada (yazılı) ileti atmayı tercih ediyor. Çoğu zaman ses kaydını dinlerken not aldığını, böylece hangi kısımlara cevap vereceğini unutmadığını söylüyor. İnsanların ses kaydı yaparken bir şeyler çiğnemesini ise hepten rahatsız edici buluyor ve ekliyor: “Dostlarım sesli mesajları sevmediğimi biliyor. Onlara ‘Bunu bana niçin yapıyorsunuz?’ soruyorum.”
Evlatların yanı sıra yetişkinler için de dersler veren bir görgü kuralları uzmanı olan Elaine Swann, sesli mesajların uzun monologlar için değil, yalnızca ‘üslubun mühim sadece bir görüşmenin koşul olmadığı’ durumlarda (mesela özür dilemek için) kullanılması icap ettiğini söylüyor.
Swann ayrıntıların her iki tarafın da etken olarak katılabileceği bir telefon görüşmesine saklanması icap ettiğini ifade ediyor ve şöyleki devam ediyor:
Birinin hayatına bitmek bilmeyen bir sesli mesajla bodoslama dalmayın.
Doğal telefonda konuşmaktan pek hazzetmeyenler için bunu söylemek kolay. Geçtiğimiz Mayıs ayında meydana getirilen bir araştırmaya gore 18-26 yaş arası iştirakçilerin yüzde 87’si nahoş diyalogları telefon yerine metinle halletmeyi tercih ediyor; yüzde 49’u ise telefon görüşmelerinin kendisini endişelendirdiğini söylüyor.
Gerçi daha eski kuşaklar da pat diye telefonla aranmaktan rahatsız olabiliyor. Los Angeles’ta aktrislik ve sunuculuk meydana getiren 36 yaşındaki Alana Jordan, sesli mesajları sinirlerini denetim etmenin bir yolu olarak görüyor. Mesajlarını göndermeden ilkin yine dinliyor ve tonunu ayarlamak isterse tekrardan kaydediyor. “Kendinizi düzeltme imkânına haiz olmak yanlış anlaşılma endişesini hafifletiyor” diyor.
Bazı uzmanlar bu tür kaygılardan uzak durmanın negatif yanlarının da olabileceğini söylüyor. M.I.T.’de psikolog olan Profesör Sherry Turkle yaygın görülen bir ‘incinme ihtimalinden kaçış’ mevzusunda uyarıda bulunuyor.
‘Muhabbeti Geri Kazanmak: Dijital Çağda Konuşmanın Gücü’ adlı kitabın yazarı olan Profesör Turkle, “İnsanlar birbirleriyle empati kurarak konuşma kapasitesini kaybediyor. Bunun pratiğini yapmamız gerekiyor” diyor.
Araştırmalara gore duyguları kelimelere dökme süreci bizlere iyi geliyor
Sesli mesajları fazla içe dönük bulanlar olduğu benzer biçimde, onların hususi bir tür içtenlik ve hassasiyete zemin sağladığını söyleyenler de var. Örneğin New Jersey’de yaşayan ve edebiyat okuyan 27 yaşındaki Brittany Marshall, sesli mesajlara pek de fanatik olmadığını söylüyor. “İşi gücü bırakıp onu dinlemem gerekiyor. Sonrasında her şeyi hatırlamam lazım ki cevabımda bunlara değinebileyim.”
Fakat öte taraftan yakın bir arkadaşından gelen sesli mesajları da memnuniyetle karşılıyor. Tanıdık bir sesin rahatlatıcı bulunduğunu ve arkadaşının etkisi altına alan konuşma tarzının (tiyatro geçmişi yardımıyla) onu güldürdüğünü konu alıyor.
Houston’da yaşayan ve tıp talebesi olan Gemalene Sunga ‘sesli ileti bombardımanına’ tutulmaktan hoşlanmadığını ifade ediyor. Kimi zaman arkadaşları ona arka arkaya altı yada yedi tane, hepsi de minimum iki dakika uzunluğunda mesajlar gönderiyor. “Fakat gene de arkadaşlarımın sesini duymak hoşuma gidiyor” diyor.
31 yaşındaki Sunga, daha uzun vadeli bir bakış açısıyla, sesli mesajları dijital hatıra olarak kabul ediyor. “Garip görünmek istemem fakat o denli nostaljik bir insanım ki bu tür şeylerin benim için tinsel kıymeti var.”
Her yeni kontakt teknolojisinde olduğu benzer biçimde, uygun nezaket kuralları mevzusunda her insanın aynı fikirde olması birazcık süre alabilir. Buffalo Üniversitesi İletişim Kısmı Başkanı Melanie Green, “Sesli mesajlarda hemen hemen oturmuş bir ölçü yok, bu yüzden insanoğlu değişik yorumlar yapabiliyor” diyor.
Yüksek sesle söylenen sözlerin, sessizlikte okunan sözlerden daha iyi hatırlandığını; ek olarak kişinin kendi kendine konuşmasının iyileştirici olabileceğini gösteren araştırmalar var. Los Angeles Üniversitesi’ndeki bilim insanlarının yaptığı bir araştırma duyguları kelimelere dökme sürecinin bizlere iyi geldiğini ve süre içinde negatif duygulara verdiğimiz tepkiyi denetim altına almamıza destek bulunduğunu ortaya koyuyor. O hâlde sesli mesajlar kimi zaman alıcı için yorucu olsa da, gönderen için sıhhatli bir alışkanlık diyebiliriz 🙂
Meines, “Onları dinlemek zorunda kalmak hoşuma gitmiyor” diyor. “Fakat göndermeyi seviyorum” diye ekliyor.
(Bu vesileyle Apple’ın sonbaharda işletim sistemine sesli mesajlar için deşifre özelliği eklediğini de hatırlatmış olalım.)
New York Times makalesinden Türkçeleştirildi.