Nevşehir Seyahat Rehberi
Güzel ülkemizin, güzel mi güzel güzelliklerinden sadece biri olan Kapadokya’ya yani Nevşehir’e gidiyoruz. Bu seyahat aslında seyahatteyim değil seyahatteyiz. İlk olarak oraları bilen ve oralarda akrabaları olan arkadaşımızdan detayları alıyoruz. Nevşehir’de araç kiralama yok bu yüzden Kayseri’ye gitmeliyiz oradan Nevşehir’e gitmeliyiz diyor bize. Tamam diyoruz uygundur. İstanbul’dan Kayseri’ye kısa bir yolculuktan sonra Kayseri havalimanına iniyoruz. Hemen aracımızı almaya gidiyoruz. Verilen araç kapalı pikap araçlardan. İlk biraz şaşırıyoruz ama sonra yola çıkınca nedenini anlıyoruz. Normal bir araçla o yollarda işimiz zor olurmuş.
Kayseri’den Nevşehir’e bir saat gibi bir sürede varıyoruz. Kalacağımız taş otelimizi aramaya başlıyoruz. Burada da yine arkadaşımızın forsu iş başında tabi. Normal şartlarda taş otellerde kalmak oldukça masraflı bir iş fakat bizim için bu fiyatlar değişime uğruyor. Dediğim gibi Kapadokya’da çevremiz bir anda genişliyor. Otelimizi buluyoruz ve hemen yerleşiyoruz. Otelimizin adı Local Cave House Hotel. Gerçekten çok ama çok güzel bir otel. Temiz, sakin ve lokasyon olarak çok iyi bir otel. Gideceklere tavsiye ederim.
Kapadokya’yı bilmeyenler için az biraz da ansiklopedik bilgi verelim. Kapadokya’da insanların yerleşimi Paleolitik döneme kadar gitmektedir. Hititler’in yaşadığı topraklar daha sonraki dönemlerde Hrıstiyanlığın en önemli merkezlerinden biri haline gelmiş. Kayalara oyulmuş yüzlerce ev ve kilise vardır. Bölge Roma İmparatorluğu’nun baskısından kaçan Hıristiyanlar için devasa bir sığınak haline gelmiş o zamanlar. MÖ 332 yılında Büyük İskender Persleri yener fakat Kapadokya’da büyük bir dirençle karşılaşır. Bu dönem Kapadokya Krallığının kurulduğu dönemdir. Sonraki dönemlerde Roma bu bölgede gücünü arttırmaya başlar. MS 17 yılında son Kapadokya kralı ölünce bölge Roma’nın bir eyaleti haline gelir.Hristiyanlara uygulanan baskı arttıkça, Kapadokya halkı da baskılardan korunmak ve Hıristiyan öğretiyi yaymak için derin vadiler ve volkanik yumuşak kayalardan oydukları sığınaklar yaparlar. Bu sayede Romalı askerlere karşı kendilerine savunmaya başlarlar.
İlerleyen dönemlerde, Anadolu’nun Ermenistan’dan Kapadokya’ya kadar olan Hıristiyan bölgelerine Arap akınları başlar. Bu akınlarda kendilerini yeraltı şehirlerinde korumaya çalışan Kapadokya halkı çok fazla insanını kaybeder. Sonraki dönemlerde -ki bu 11. yüzyıla tekabül ediyor- Kapadokya Selçukluların kontrolüne girer. Sonrasında Osmanlı himayesine giren Kapadokya sorunsuz zamanlar yaşamaya başlar. Fakat Hristiyanlar 1924-26 yıllarında yapılan mübadeleyle giderler. Arkalarında güzel mimari örnekler ve koskoca bir tarih bırakarak Kapadokya’yı terkederler. Her zamanki gibi bir din sorunu ve yine yerinden yurdundan edilen insanlar. Bir arada, barış içinde yaşamayı asla öğrenemediğimizin bir diğer kanıtı.
Şimdilerde ise bu tarihi yapılarda, yer altı kiliselerinde, duvarlara çizilmiş resimlerde ve peri bacalarının üzerinde bilmem kim kalp bilmem kim yazıları, takım isimleri, saçma sapan sloganlar yer almakta. Sadece mide bulantısına değil, aynı zamanda öfke nöbetlerine kapılmamak elde değil inanın. Neyse diyorum ve nefretimizi bu tip insanımsıların üzerine kusup, güzel şeylerle devam ediyorum.
Sabah erkenden uyanıyoruz ve balonların kalkışını fotoğraflamak için, balonların kalktığı yere doğru yola çıkıyoruz. Balonların şişirilişi bize bir çok güzel kare yakalama şansı veriyor.
Balonlar şişiriliyor ve gökyüzünde süzülmeye, sürüklenmeye başlıyorlar. Buradan güzel bir kare yakalamak zor oalcak diye düşünüyoruz ve yerimizi değiştiriyoruz.
Biraz daha yüksek bir yere çıkınca daha güzel fotoğraflar çekmeye başlıyoruz. Burada ki fotoğraf az biraz bulanık evet biliyorum fakat iyi bir fotoğraf görmek isterseniz buradaki linke tıklayıp, fotoğraflarımı görebilirsiniz.
Veee hava aydınlanıyor, balonlar daha bir belirginleşiyor. Balon tasarımlarında renkli tasarımlar olsaymış balon firmasının adı yerine eminim çok daha güzel olurmuş. Ama işte klasik Türk işletmeci mantığı burada da devrede. Her balona kocaman adımızı yazalım, kocaman internet adresimizi yazalım, bizi bulsunlar, arasınlar vs. Bu konuda keşke bir kısıtlama olsaymış ama işte dedim ya Türkiye burası olur mu hiç öyle güzel ve kaliteli tasarımlar…
Fotoğraf çekerken birileri geliyor yanıma benden birazdan balondan atlayacak birini çekmemi istiyorlar. Onların makinesi ile çekme şansları yokmuş. Peki diyorum ve fotoğraflıyorum atlayan kişiyi. Fakat atlayan kişi atlar atlamaz paraşütünü açtığı için çok da güzel olmuyor haliyle. Az biraz daha düşseydi diyorum. Bu karede de sanki balonlardan birinden diğerine zıplayacakmış gibi olmuş değil mi?
Yaklaşık bir saat içinde balonlar dağılmaya başlıyor. Her biri başka bir yere iniş yapıyor. Bu inişlerin yapıldığı yere araçlar geliyor hemen ve balon söndürülüp toplanıyor. Daha uzun süre kalanlar ise örneğin 90 dakika, onlar halen havada süzülmeye devam ediyor. Oldukça zahmetli bir iş. Fiyatlar ne kadar kurtarıyor bilmiyorum ama bize az biraz yüksek gibi geldi. Gerçi bu konuda da yine alabileceğimiz en iyi fiyatı aldık ama rüzgar yüzünden kalkış yapamadık. Şans işte olmadı. Rüzgar olursa sivil havacılıktan kalkışlar iptal bilgisi geliyor.
Balon çekimleri bittiğine göre açık hava müzesini gezelim diyoruz ve çıkıyoruz yola. Açık hava müzesinde jandarma kontrolü var. Bomba ihbarı burada da var. Ülkemizin belası terör burada da kendisini gösteriyor ne yazık ki. Tabi bu turizmi çok fazla etkiliyor. İnsanlar korkuyor ve gelmiyorlar turistik yerlere. Bu da ekonomiyi etkiliyor, insanların hayatlarını etkiliyor…
Müzenin içerisinde bir çok kilise, ev, mezar ve farklı yapı bulunmakta. Bu yapıların kimisinin ne olduğu hemen anlaşılıyor. Örneğin mutfaklar çok güzel düşünülmüş. Oyulan zeminde bacaklar için yer açılmış ve böylece bir masa oluşturulmuş. Burada ki görselde ise oyulan kapı ve pencereleri görüyoruz.
Açık hava müzeini bir güzel gezdikten sonra dönüş yoluna geçiyoruz. Dönüş yolunda develeri görüyoruz. Binmeden olmaz yahu bir daha ne zaman bu şansım olacak diyorum ve biniyorum. Binmek isteyenlere bir uyarı yapayım, deve kalkarken ve çökerken ama dikkatli olun ve sıkı tutunun çünkü doksan derecelik açıyla eğiliyorsunuz. Kollarınızda mecal kalmıyor resmen. Deve ayağa kalktığında oldukça yüksekte oluyorsunuz. Eğer yükseklik ile ilgili bir sorununuz varsa aman diyim. Bir diğer anektot ise develer birbirlerini görmek isterlermiş. Yani tek sıra halinde giderlerken, mutlaka önde diğer devede olacakmış aksi takdirde yürümüyorlar. Ailesel bir durum mu yoksa arkadaşsal bir durum mu bilemiyorum ama çok manidar bir durum. Devenin diğer develere doğru seslenir gibi bağırması ve hiç hareket etmemesi bu durumu özetleyen çok güzel bir andı.
Yolda develerden sonra atlarla karşılaşıyoruz. Her hayvana olan nedensiz bir sevgim var. Ama atlara karşı nedendir bilinmez daha fazla bir sevgim var. O kadar güzel o kadar hisli o kadar asil yaratıklar ki hayran olmamak elde değil. Bu kareyi çektikten sonra atların bakışlarını biraz daha inceleme fırsatı buldum. Sanki bir şeyler der gibilerdi. Ne kadar iyi bakıldıkları aşikar. Ama elden ne gelir ki…
Sonrasında ata da biniyorum fakat ata binerken güzel bir pozum yok. Sağolsun çeken bir arkadaşımda olmadı. Ama ata binmek hakikaten çok ama çok başka bir hismiş. O kadar mutlu oldum ki belki gezinin en mutlu olduğum anı o andı. Hele bir ara at koşmaya başladığında içimden bir şeylerin de koştuğunu hissettim. Seyisin dizginleri bana bıraktığı an az biraz heyecanlanmıştım ve at bunu hemen hissetti. Dikkat et dedi seyis hemen anlar ve atar seni sakin ol dedi ve sonrasında kendimi toparladım. Ondan sonra çok güzel anlaştık ve çok güzel bir gezinti yaptık.
Sizi bilmem ama ben bir daha kesin bineceğim. Dünyada yapıalcak en güzel şeylerden biri diyebilirim ata binmek için. Keşke daha profesyonel bir binici olsaydım, keşke daha çok zaman geçirebilseydim bu güzel hayvanlarla.
Dünyanın ilk ve tek seramik müzesini gezmeden olmazdı. Güray Seramik Müzesi, Kapadokya’nın tarihi çömleklerinin, seramiklerinin ve daha birçok şeyinin bulunduğu güzel bir müze. Mutlaka gidilmesi gereken bir yer. Atölye kısmında size bir şeyler yapma fırsatı da veriliyor. Hatta bu yaptığınızı isterseniz fırınlatıp, alabiliyorsunuz. Benim yaptığım eser az biraz kübik, az biraz natürmort, az biraz da abuk olduğundan bu eserimi fırınlatmadım.
Güray Seramik Müzesinin atölyesinde yapılan çalışmalardan bazıları.
Karanlıkta parlayan seramikler. Ne kadar güzel değil mi? Ben çok beğendim ama tabi evimde böyle parlayan şeyleri odamda değilde salonda durmasını isterdim. Uyutmaz yahu 🙂
Seramik müzesi sonrası bir de Avanos’a gidelim diyoruz. Hem burada arkadaşımızın ailesini de göreceğiz. Avanos, güzel bir yerleşim yeri. Kızılırmak’ın geçtiği Avanos’da güzel bir mola vermek, nehri seyretmek oldukça huzur verici.
Üç Hisar kalesinden gece çekimi yapmadan gelmek olmazdı diyoruz ve tripodlarımızı kuruyoruz. Acemilik var tabi.
Gün batımı en güzel Ortahisar’da Kızıl Vadi’de izlenir dediler bizde gün batımından önce bir keşif gezisi yapalım dedik. Vadi hakikaten heybetli ve güzel bir vadi. Alabildiğine bir düzlük, alabildiğine bir özgürlük hissi. İnsanın koşası geliyor dedim ve koşmaya başladım. Düşmek de istedim nedense bilmiyorum ama o özgürlük hissi ile birlikte düşmek bile güzelmiş gibi geliyor insana.
Bazı zamanlar aklımıza geleni yapamayz ya hani işte Kızıl Vadi’de ben aklıma geleni yaptım. Hem de hemen yaptım. Kimin ne dediği umrumda olmaz zaten o yüzden yeri geldi koştum, yeri geldi tırmandım, yeri geldi zıpladım. İşte burada da zıpladığım bir an. Burada bir de kocaman bir tavşan gördük. Oldukça büyük bir tavşandı. Benim koştuğum tepenin hemen altındaymış hiç farketmedim. Beni görünce hayvancağız korkup kaçtı tabi.
Bu kertenkele kardeş de az biraz büyükçe idi ve çekim yaptığımı görünce bir poz verdi. O kadar dedim kameraya yan yan bakma diye ama anlatamadım. Sonra biraz atıştık kendisi ile acele et diyip duruyordu. Yahu dedim seni biri kapıp götürme merak etme dedim ama anlatamadım. Sen öyle san diyip durdu. İyi dedim tamam bu kare bana yeter hadi kal sağlıcakla. Sende dedi ve gitti. Ama az biraz söylenerek gitti farketmedim değil…
İşte bir diğer görülmesi gereken yer, Üç Güzeller. Hakiakten de güzeller tamam ona bir sözümüz yok. Fakat bu kadar güzel bu kadar eski bir yapıyı neden kourmazsınız yahu. Üzerine sprey boya ile yazı yazılmasına nasıl müsade edersiniz? Aklım almıyor hakikaten. Tamam o yazıyı yazabilecek kadar cahil insanlarımız pardon insanımsı yaratığımız var onu biliyorum ama sizde bilin yahu artık bunu ve önlem alın. Bizim insanımız gördüğü her yere abuk subuk şeyler yazıyor. Eğitimsiz, cahil, gerizekalı yaratıklar bunlar. Bitemediler yıllardır evet bunu biliyoruz ve ne yazık ki görüyoruz. Ama yetkililerinde bunu bilmesi ve önlem alması şart. Hatta bu konuda çok sert yaptırımlar olmalı. Örneğin o yazı yazan olursa, tarihi eserlere tahribat yapan olursa bilmem kaç sene ağırlaştırılmış hapis cezası gibi yaptırımlar olmalı. Aksi takdirde bu cehaletle başa çıkılamaz.
Buyrun bir diğer örnek çalışma. Kazınmş, boyanmış, abuk subuk yazılarla donatılmış bir tarihi yapı duvarı. Şaka gibi hakikaten şaka gibi ama ne yazık ki gerçek. Burası Türkiye ve bunlar ne yazık ki gerçek. İçimizi burksada, soluğumuzu kesse de bu gerçek. Bu gerçekle bu kadar yakınen yüzyüze kalmak ise inanın hem sinirlendirici hemde ürkütücü.
Bir diğer örnekte de kazımaları görüyoruz. Beyin yerine kafataslarının içinde su bulunduranların kazımaları. Kazmaların kazımaları da diyebiliriz. Oraya onu yazdın ne oldu? Eline ne geçti? Kim görecek de aaa bilmem kim mi yazdı diyecek? Hadi diyelim dedi senin eline ne geçti? Amacın ne? Neyse daha fazla sinirlenmeden ve bu beyinsiz eylemlere mantık aramak adına sorular sormuyorum. Bu ve bunun gibi yüzlerce örnek var ne yazık ki…
Buyrun burası da tarihi bir kilise. O kadar berbat bir durumda ki anlatamam. Dışını çekebildim sadece içinden bir görsel paylaşamadım. İnanamayacağız bir durumda. Her yerinde yazılar, çöpler, pislikler var. Girişinde ki çan alınmış, dış duvarları tahribata uğramış durumda.
Aşıklar Vadisi’ne geliyoruz. Güzel bir diğer vadi ve mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Fakat rüzgar fena, toz fena aman diyim bunları bilerek gelin. Ha bir de düşüncesiz atv sürücüleri var. Tozu dumana katıyorlar marifetmiş gibi bunu sürekli yapıyorlar. Orada insan varmış, solunum yapıyormuş umurlarında değil. Kendileri çılgın ve asi atvliler ya ondan herhalde.
Paşabağ Rahipler Vadisi’nde şaşkınlık içinde bakakalıyoruz. Resmen bir bıçakla kesilmiş gibi olan peri bacalarını görüyoruz. Jeolojik oluşumlarını bilsek de şaşkınlık yakamızı bırakmıyor.
Günün sonuna doğru Kızıl Vadi’ye gidiyoruz ve gün batımı fotoğralarımızı almaya başlıyoruz. Vadiye neden Kızıl Vadi dendiğini de bu karede anlıyoruz.
Gün batımından sonra parlement saatler dediğimiz saatler geliyor ve burada da bir anda ince bir mavi kaplıyor her yanı. Vadi artık kızıl değil mavi vadi oluyor.
Yeraltı şehrine indiğimiz de az biraz klostrofobili anlar yaşıyoruz. Bazı kimseler zaten inmiyor hatta uyarılar var. Oldukça dar yerlerden geçiyoruz. Oldukça dar derken şöyle betimlemeye çalışayım sizlere; çömelip -en çömelebildiğiniz duruma kadar hemde- ilerlyecek kadar ve bu durumdayken bile tavanın sırtınıza deydiğini düşünün. Tahiminen 60-80cm çapıdan bir borunun içinden geçmek gibi bazı yerleri yeraltı şehrinin. Bunu bilin de öyle girin derim.
Bu karede gördüğünüz yuvarlak taş bir tür kapı. Evet kapı. Bu yuvarlak taş döndürülüyor ve koridoru kapatıyor. Böylecek düşman bu yerden geçemiyor. Ortada ki delikten de ne olduğu izleniyor. Güzel bir yöntem. Saldırgan vahşilerden kaçmak için iyi bir yöntem. İlk önce saldırgan romalılar sonrasında ise vahşi araplar. Burada masum bir şekilde yaşayan insanların tüm huzurunu tüm hayatlarını almışlar. Halbuki o kadar zeki o kadar yaratıcı insanlarmış ki bu yeraltı şehirlerinde havalandırmayı ve su sistemini çözmüşler. Hemde ellerinde hiç bir şey yokken.
Nevşehir Seyahat Rehberi nevşehir seyahat rehberi Nevşehir Seyahat Rehberi nevsehir 28
Son olarak size bir önerim olacak. Kaymayan bir yürüyüş ayakkabı ile gidin mutlaka Kapadokya’ya. Bu ayakkabılar ile çok dik açılarda bile kaymadan durabildim. Hatta bazı yerlerde dik bir şekilde koşabildim, çıkabildim. Kaymayan rahat bir ayakkabı şart.
Son söz olarak…
Aslında son sözüm yok çünkü daha çok sözüm olacak Kapadokya ile ilgili. Tekrar gidip balona binmeyi çok istiyorum, Akhal Teke’de uzun uzun ata binmek ve güzel bir yemek yemek istiyorum. O yüzden son söz demek yanlış olur. Ama son söz olarak teşekkür etmek istediğim insanlar var. Bizleri çok güzel bir şekilde ağırlayan Local Cave House Hotel’e, bizleri Güray Seramik Müzesinde ağırlayan arkadaşımızın abisinin arkadaşlarına, sonrasında bizi Akhal Teke’ye yemeğe götüren arkadaşımızın abisine çok ama çok teşekkür ediyorum. Kendilerini bir gün bende aynı şekilde ağırlamaktan büyük onur duyarım.
Vize gerekli mi?
Türkiye’de yaşıyorsanız vize gerekmiyor. Aslında yabancılar için de vize gerekmiyor. Bizim ülkemize girmek serbest bir çok ülkeye. Ama bizim bir çok ülkeye girişimiz serbest değil ne yazık ki. Örneğin bir ingiliz elini kolunu sallayarak ülkemize girebilir, ama biz onların ülkelerine giderken anne ve babamızın üzerinde ki mal varlığına kadar açıklamak zorundayız. Ne kadar hoş! Biri hala adaletten söz ediyor mu?
Çantamızda neler olmalı?
Su, muz ve küçük atıştırmalıklar iyi olur. Özellikle muz çok önemli diye düşünüyorum. Ha bir de tadımca mı ne vardı o da çok önemli enerji veriyor.
Nerede konaklanmalı?
Local Cave House Hotel’i tavsiye ederim. Reklam olsun diye söylemiyorum inanın. Gerek temizliğinden, gerek personelin ilgi alakasında, gerekse konumundan çok memnun kaldık.
Ne yenir ne içilir?
Neler yenilmez ki! Açık havada bir yemeğe gidin de görün. Kendinizi tutamayıp, kilo almanız işten bile değil.
Hatıra olarak ne alınır?
Hatıra olarak balon alabilirsiniz. Oyuncak olanlarında bahsediyorum diye belirtmeye gerek yok sanırım. Peri Bacalarının taştan küçük biblolarıda hediye olarak tercih edilebilir. Bir diğer seçenek ise Seramik Müzesinden şu parlayan mumluklardan ya da tabaklardan alabilirsiniz. Güzel bir hediyelik olacaktır. Bir diğer alınacak şey ise merkezlerde bulunan hediyelik eşyalardan Kapadokya bibloları alabilirsiniz. Ama öyle sanıyorum ki en güzel hediyelikler Seramik Müzesinden çıkacaktır. Ben tercihimi buradan yana kullandım. Parlayan ve parlamayan olarak iki kase ve elbette olmazsa olmazım magnet aldım.
İnsanlarla iletişim nasıl?
İnsanlar inanılmaz derecede sıcak kanlı. Anadoludasınız yahu ne olacaktı? Daha iyi bir misafirperverlik öyle sanıyorum göremezsiniz. Bir yere misafir olun da görün. Böylesi bir karşılamaya hazırlıklı değilseniz küçük dilinizi yutar, üzerine bir de büyük dilinizi yutup, yutmamayı düşünürsünüz. Özellikle arkadaşımızın akrabalarının yaptıkları için kendilerine çok ama çok teşekkür ediyorum. Eğer bir gün onları burada İstanbul ya da İzmir’de ağırlama şansım olursa çok mutlu olacağım.
Ne zaman gidilmeli?
Öyle sanıyorum ki istenilen herhangi bir zamanda gidilebilir. Fakat şöyle bir durum var uyarmadan geçemeyeceğim. Karasal iklime gidiyorsunuz. Bunun için hem ayaza hemde çok sıcaklara hazırlıklı olmanız gerekmekte. Eğer “karasal iklim derken?” diye bir soru aklınızda belirdiyse hemen bir internetten araştırın öyle gidin. Bir de dudaklar için iyi bir krem almayı unutmayın Blistex MedPlus’ı bu konuda şiddetle tavsiye ederim.
Mutlaka görülmesi gereken yerler nereleridir?
Ben size aşağıdaki gibi birliste yapayım. Sakın ama sakın es geçmeyin üzülürsünüz…
Balona binin bir kere o kesin,
Peri Bacalarını görün dememe gerek var mı? Ben yaayım yine de…
Üç Güzeller
Ihlara Vadisi
Ürgüp
Avanos
Aşk Vadisi
Göreme Milli Parkı
Paşabağları
Göreme Açık Hava Müzesi
Üç Hisar Kalesi
Derinkuyu Yeraltı Şehri
Güray Seramik Müzesi
Devrent Vadisi
Akhal Teke At Çiftliği
Daha bu liste uzar gider… Aslında gittiğiniz her yer daha doğrusu geçtiğiniz her yer tarihin ta kendisi. O yüzden gözünüzü açın ve dolaşın. Merak etmeyin burada bir yol kenarına çektiğinizde arkanızdan “daaatt” diye kornaya basacak insanımsı yaratıklardan yok. Burada trafik yok, burada insan çok yok, burada gürültü yok, burada tarih var, huzur var, sakinlik var. Burada İstanbul yok İstanbullular var sadece. Onlarda gidiyor zaten kalmıyor.
Peki ne kadar zaman ayırmalıyız?
5 gün hatta 15 gün. Bilemedim inanın. 2 güne biz çok yer sığdırdık. Yorucu olması umrumuzda değildi çünkü eve gidince dinleniriz dedik. Ne kadar çok kalırsanız o kadar çok yapacak şey bulursunuz inanın. O kadar çok seçenek var ki yapılacak, nereye gideceğinizi bilemezsiniz. Ama araç şart onu belirtmeden geçmeyelim.