Bu yazı İnci Taneleri’nin 1. kısmı hakkında azca oranda ‘spoiler’ içermektedir.


Oldukça uzun vakit sonrasında ilk kez bir diziyi merak ettim. Görünen o ki toplumsal medyada ve çevremdeki pek oldukca insanda da aynı merak uyanmış. İnci Taneleri’nin ilk kısmı bu merak dalgasının da etkisiyle galiba uzun süre sonrasında ilk kez bir dizinin ilk kısmı için geniş kitleleri tv başına oturttu; bölüm bitene kadar da kaldırmadı. Reyting sonuçlarına bakılırsa dizinin ilk kısmı Total’de AB’de ve ABC’de ilk sırada yer almayı başardı. Hatta bölüm tekrarı AB ve ABC’de 3., Total’de ise 8. sıradaydı.

Galiba burada etkili olan noktalardan biri de dizinin pilot süresince asla reklam arasına gitmemesiydi. Bu, dizinin aşinalık ve alışkanlık sağlaması bakımından doğru bir seçim şeklinde görünüyor.

Fakat ilginin en mühim unsuru, oyuncu ekibi ve Yılmaz Erdoğan tesiri. Bir Demet Tiyatro ve sırasıyla Otogargara, Sen Asla Ateş Böceği Gördün Mü?, Vizontele, Bana Bir Şeyhler Oluyor, Vizontele Tuuba, Haybeden Gerçeküstü Aşk, Organize İşler ve Neşeli Yaşam‘tan oluşan “prime” Yılmaz Erdoğan’a tanıklık etmiş hiçkimse Yılmaz Erdoğan’ın senarist, başrol oyuncusu ve genel sanat yönetmeni gömleklerini giydirilmiş olduğu böylesi kuvvetli gelen bir işe kayıtsız kalamazdı.

Hazar Ergüçlü ve bir süredir toplumsal medyayı sallayan meşhur dansı da dansın yarattığı tartışmalar da merak uyandırdı elbet. Gelelim diziye…

Karşımızda iyi yazılmış, iyi çekilmiş, iyi oyunculukların olduğu eli yüzü oldukca muntazam bir takım duruyor. “Doğal ki de” bölümün ortalama iki buçuk saat olması yer yer temponun düşmesine sebebiyet vermiş fakat bu anların sayısı epey azdı.

Dizinin başrol oyuncuları içinde yer edinen Kubilay Aka ve mühim destek oyunculardan Rıza Kocaoğlu’nu ilk bölümde görmedik. Bilhassa Kubilay Aka’nın asla sahnesinin olmaması yürekli olmasıyla birlikte karakterle ilgili beklentiyi de artıran bir detay.

{Güven Kıraç}, Yasemin Baştan ve Selma Ergeç rolleri için mantıklı ve risksiz tercihler olmuş. Selma Ergeç’in oynadığı Piraye karakterinin acele parlayan tarafını Ergeç’in oyunculuğuyla seyretmek oldukça keyifli. Gelecek bölümlerde bir hiddet patlaması sahnesi temenni ediyorum.

Spot ışıklarını ise ne olursa olsun Hazar Ergüçlü’ye çevirmek gerek. Derviş Zaim’in Gölgeler ve Suretler filmiyle ustalaşmış oyunculuk kariyerine başlamış olan Ergüçlü, Şimal Cenup’deki Simay karakteriyle Türkiye’nin tanımış olduğu bir oyuncuya dönüşmüştü. Yönetmenliğini Emre Erdoğdu’nun yapmış olduğu Kar filmimizde canlandırdığı Müzeyyen karakteriyle 2019’da Altın Portakal’da En İyi Hanım Oyuncu ödülüne layık görülen Ergüçlü’yü Meghan Tyler’ın yazdığı, sürreal ve grotesk bir kara güldürü olan tiyatro oyunu Timsah Ateşi’nde seyretme şansına erişmiş ve performansına fanatik kalmıştım.

Funda Eryiğit ve Hazar Ergüçlü, Timsah Ateşi’nde oldukça yüksek tempolu ve çarpıcı oyunculuklar sergiliyor. Fotoğraf: Oyunun tanıtımından

1989 Şimal İrlanda’sında geçen ve The Guardian’ın “Feminist Tarantino şeklinde” ifadesini kullandığı yüksek tempolu oyunda Funda Eryiğit, Hazar Ergüçlü, Kubilay Tunçer (Tunçer’in yerini hemen sonra Hidayet Erdinç aldı) ve Okan Demirok sahneyi paylaşırken karakter olarak birbirinin zıttı şeklinde görünen iki kız kardeşi canlandıran Eryiğit ve Ergüçlü’nün performansları takdire şayandı. Haliyle Ergüçlü’den iyi oyunculuk seyretmek şaşırtmıyor.

Merak unsuru ve kahramanın yolculuğu

Tüm bunların yanında futbol takımlarında olduğu şeklinde “iyi kadrolar”, iyi oyunlar ve başarıların garantisi değil. “Oyunun” iyi mi kurgulandığı mühim, dinamikler, uyum, gidişat ve kişiliklerle özdeşleşme mühim. Bu özdeşleşme kendisini seyircide “merak” şeklinde izah edebilir.

Çağıl dizilerin bilhassa de yerli dizilerin probleminin, yazılan karakterlerin “kahramanın yolculuğu” şablonuna oturmasının kafi görülmesi bulunduğunu naçizane düşünmekteyim. Şu şekilde örnek verelim; Kızılcık Şerbeti‘nin ilk sezonunda şahsen Nursema’nın yolculuğu haricinde hiçbir karakterin gittiği yön ilgimi çekmedi. Derin kuyuya düşen, imtihanını geçen, ödülünü alan ve dönüşümünü tamamlayan Nursema’nın bu “climax” döneminde -yani dizinin 19, 20, 21 ve 22. bölümlerinde- dizinin ilk kez reyting sıralamasında 1. sıraya oturması ve üst üste dört bölümde zirvede kalması rastlantı değil.

İnci Taneleri‘nde ise daha ilk bölümden neredeyse her karakterin iyi mi gelişeceğini merak etmekteyim.

Ana karakter olan edebiyat öğretmeni Azem’in eşinin cinayetine ilişkin suçu (cinayeti hakkaten kimin işlediğini bilmiyoruz) üstlenerek hapse girmiş olduğu yıl olan 2014’te de cep telefonları -elbette bugünkü kadar değil ancak- epey popülerdi. Azem’in tanıştığı herkesi büyülemesi, hapisten adeta alkışlarla uğurlanması, birazcık göze batıyor; “Tamam Azem hocam iyisin, özdeşleşeceğiz” dedirtmekte.

Bununla beraber Piraye’nin “Ne vakit bir araya gelse problem yaşayan” toksik kardeşlerinin buluşacağı akşam yemeğine kızının bir tek üç kez görmüş olduğu hususi ders öğretmenini -açıkça etkilense de- “Yemeğe kalınca hocam” diye ısrarla çağrı etmesi gerçekçi değil. Dilber’i Azem’siz bir sahnede görmüşken aynı şekilde Piraye’yi de Azem’siz görebilirdik sadece gecenin vardığı yeri düşününce kurulan bağlantıyı birazcık “deus ex machina” olsa da anlayabiliyorum.

Şunu da atlamayalım; yer yer Yılmaz Erdoğan’ın muzip kelime oyunlarını da görmek tebessüm ettirdi. Azem’in Zerre adlı karaktere “Bak Zerre, madem bir şeyin en minik parçasısın, o vakit haddini bileceksin” şeklinde ayar vermesi güldürdü. Ek olarak Azem’in adından, okumuş olduğu Metin Altıok’un Bir Acıya Kiracı kitabına, “Yabancılara doğum yerimizi söylemiyoruz” cümlesine kadar pek oldukca ince gönderme de dizide mevcut. Azca oldukca Yılmaz Erdoğan’ı tanıyanlar diziden çooook aforizma çıkacağını biliyordur.

Son olarak dizinin muhtemelen en gerçekçi sahnesi, Dilber’in telefonunu Zerre’ye verip TikTok çektirmiş olduğu sahneydi. Hazar Ergüçlü’nün “Hele Bakın Kim Gelmiş yaptırırken” sergilediği performans hakikaten çok büyük eğlenceliydi.

Kişisel görüşüm, İnci Taneleri’nin oldukca geçmeden bir fenomene dönüşeceği yönünde.



Not: Dizinin ilk fragmanında Yılmaz Erdoğan’ın seslendirdiği şiir, hanım cinayetleri mevzusundaki hassasiyetlere dokunmuş ve söz mevzusu cinayetleri romantize etmiş olduğu düşünülmüştü. Dilber’in dansı da bir kesim tarafınca pavyon kültürüne bir övgü olarak lanse edilmişti. Lakin dizi aksini gösteriyor.

Azem’in suçsuz bulunduğunu ve cinayeti üstlendiğini biliyor olmamız karşılaşmış olduğu önyargılara üzülmemize niçin olsa da bu, hanım cinayetinden yargı giymiş birine “acaba gerçekte suçsuz mudur” diye yaklaşmamıza niçin olmayacaktır. Mevzu bu kadar rahat değil. Ek olarak suçu üstlenmenin de gerçek suçlunun cezasız kalmasına niçin olmak anlamına geldiğini anlatmaya gerek yok sanırım…

(Toplam: 1, Bugün: 1 )