Şu oldukca net bir halde görülüyor ki İnci Taneleri fırtınası hız kaybetmeden devam ediyor. Dizi hemen hemen yayınlanmadan ilkin süregelen merak dalgası beş bölüm sonunda neredeyse aynı güçte. Bunu rakamlar da gösteriyor. İnci Taneleri tüm kategorilerde beş haftadır reyting birincisi. İlerledikçe kulaktan kulağa yayılan ve “reyting rekorları kıran” dizilere aşinayız sadece İnci Taneleri’nin bu kadar kuvvetli bir giriş yapmış olup var gücüyle devam etmesi oldukça çarpıcı.
İlk bölümün peşinden yazdığım yazıda merak unsuruna vurgu yapmıştım; bu nokta hala kıymetini koruyor ve korumaya da devam edecek sadece normal olarak senaristler, romancılar hatta daha geniş tabirle, kalemini okuyucunun merak reseptörlerine doğru sallayanlar, bazı cevaplar vermeden bir tek merak unsuruna havayı basmanın sonunda balonu patlatacağını bilir.
Yılmaz Erdoğan da bunun bilincinde ve izleyicinin aklındaki mühim sorulara da yavaş yavaş yanıt veriyor. Sözgelişi naçizane aklımdaki sorulardan biri yanıt buldu. “Azem ve rahmetli eşi Hande’nin canciğer arkadaşları Nergis ve Kasım, vakadan sonrasında ufaklıklara iyi mi haiz çıkmadı yada niçin evlat edinmediler?” Bu vakaya bizzat Kasım açıklık getiriyordu ve evlatları alamadıklarından yakınıyordu. Azem ise cevaben Kasım’a, bu mevzuda yakınmasının yersiz bulunduğunu zira evlatların kendisiyle ilgisi olan birine verilmesinin mümkün olmadığını hatırlatıyordu.
Bu minör sorun çözülürken “Hande’yi kim öldürdü?” sorusu ise hâlâ tüm ağırlığıyla ortada duruyor. Oklar hemen hemen tanışmadığımız Dere’e dönmüş durumda zira “Bir baba sadece çocuğunu kurtarmak için işlemediği bir suçu (hem de bu şekilde bir suçu) üstlenir” fikri baskın geliyor. Gelecek bölümlerde ya da sezonda görebileceğimiz, olası bir Özgür-Dere çatışması şimdiden ümit vadediyor.
Velhasıl düğümün çözülmesine doğru giden yolda karakterleri de daha yakından tanımaya başlıyoruz ve aslen “öteki yanlarını” de görüyoruz. Beşinci bölüm bu aşamada oldukca oldukca mühim işaretler verdi.
Azem’in bir yerde patlaması gerekiyordu!
Sözgelişi derhal bölümün başlangıcında Özgür vurulduğunda Azem’in gözünde daha ilkin asla görmediğimiz korkuyu gördük. Birazcık sonrasında ise dış dünyaya karşı duruşunu şartları gereği sertleştiren Azem’in hastane tuvaletinde akan musluğun önünde suyla birlikte gözyaşlarını da var gücüyle akıttığına tanıklık ettik. Karakterin kesinlikle bu şekilde bir duygusal patlamaya ihtiyacı vardı. Bununla birlikte Azem’in, söz mevzusu Özgür olduğunda hayatındaki nerede ise her şeyi bir kenara koyduğuna da tanık olduk. Bu duygu prodüksiyon ve senaryoyla da desteklendi ve beşinci bölümde tempoyu bir miktar düşürmek pahasına neredeyse başka hiçbir mevzuya değinilmedi.
“Öteki yüzünü” gördüğümüz mühim karakterlerden biri de Özgür’dü. İllegal aleme savrulduğunu çevresindeki hepimiz benzer biçimde ikimiz de seyirciler olarak farkındaydık sadece bu kadar kırılgan bulunduğunu bilmiyorduk. Burada iki detay an öne çıkmakta. Bunlardan ilki vurulduktan sonrasında babası Azem’in kucağında yatarkenki haliydi. O anlarda Azem’in ufak çocuğuna dönüşüverdi ki burada karaktere yaşam veren Kubilay Aka’yı da kutlama etmek gerek.
Öteki anlamış olur ise Özgür’ün kendisine müdahale eden hekim Elif’le flört etmeye çalmış olduğu anlardı. Burada da bıçkın görüntüsünün arkasındaki evladı açıkça gördük. Bununla birlikte doktoru bir melek benzer biçimde görmesi ve yenidoğan odasının önündeki bir sürü çiçek içinden sarı papatyaları seçmesi de rastlantı değil. Azem’in, Hande’nin kabrini ziyaret edip “Özgür’ü buldum” müjdesini verdiği sahneden Hande’nin kısaca Özgür’ün annesinin “sarı papatyaları oldukca sevdiğini” biliyoruz. Bu anlamış olur Özgür’ün annesini kaybetmenin travmasını ne kadar derin bir halde yaşadığını gösteriyor.
Hepsi Özgür’ün bir ilinti ve “aile” aramış olduğu için yasadışı hayata savrulduğu fikrini destekliyor. Aslen Özgür’ü evlat edinen Güngör Seyhan da başta Azem’e karşı ördüğü duvarı Özgür vurulduktan sonrasında Azem’in ilk müdahalesiyle kurtulmasından yola çıkarak derhal yıkıyor sadece buradaki beklentisi Özgür ile Azem’in kavuşmasını sağlamak değil. Güngör Hanım, Azem’in Özgür’ü savrulduğu yasadışı yaşamdan çıkarabileceğini düşünüyor ve bir tek Özgür’ün iyiliği için Azem’i destekliyor.
Dilber’in ‘diğeri’ yüzü!
Ayrıca Dilber’in de “diğeri yüzünü” görür benzer biçimde olduk. Azem’e haksız da sayılmayacak kuvvetli donelerle Piraye Salacak hakkında sorular soran Dilber’in kıskançlık dozu, kim bilir yaşamış olduğu yaşamın da kendisine öğrettikleriyle toksik bir kriz noktasına doğru ilerlemekte. Azem’in Dilber’i görmezden gelmesi, ara sıra terslemesi, “Geldi gene başımın belası” hallerine girmesi ve Dilber’in bunaltıcı noktalara da ulaşan iyi niyetini aslen fazlasıyla kendi haklı dertlerine odaklandığı için kötüye kullanma etmesi ters tepecek benzer biçimde. Duygularını uçlarda yaşayan ve kendi de devasa sorunlarla boğuşan Dilber’in ‘aşkım’dan kızdığında ‘abi’ye geçmesi buzdağının görünen kısmı olabilir!
“Abi” demişken Yılmaz Erdoğan’ın usta işi göndermeleri ve hatırlatmalarına da değinmek gerek. İlk bölümde Zerre’nin Azem’le tanışmasında olduğu benzer biçimde Necmi de “dayı” ile süregelen hitabına “abi” ile devam etme sonucu aldı. Yılmaz Erdoğan yaşamın her noktasındaki bu hitaplara takılmış olmalı.
‘Kuyucak’ niçin rastlantı değil?
Bununla beraber Özgür’ün yaşamış olduğu mahallenin adının Kuyucak olması da bir rastlantı olmasa gerek. Sabahattin Ali’nin ilk romanı olan Kuyucaklı Yusuf’un baş karakteri Yusuf’un anası ve babası gözleri önünde katledilmiştir. Kaymakam tarafınca evlat edinilen Yusuf, adaletsiz siyaset düzenine isyan etmiş, yabancılaşmış ve tutunamamış bir karakterdir. Duygusal olmasıyla birlikte toplumsal gerçekçi yönü de güçlü olan ve bu yönüyle öncü olarak vasıflandırılan Kuyucaklı Yusuf, toplumsal yapıdaki tüm zıtlıklar ve çatışmaları söz mevzusu gerçekçiliğin oldukca çarpıcı bir biçimiyle ele alır. Kitapta geçen şu cümle İnci Taneleri ve Kuyucaklı Yusuf arasındaki köprü olabilir:
Geçen günleri tekrar geri getirmek mümkün değildi ve bir tek hatıralar, iki insanı birbirine bağlayacak kadar güçlü değildi. (Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali, YKY, 34. baskı, sf. 183)
Buradan bir çift lafım da Piraye Hanım’a! Cazseverler adına sizi kınıyorum! Senelerdir bizleri yanlış tanıtıyorlar. “Cazcı insan” müzik türü fark etmeksizin iyi aranjeyi ve iyi icrayı takdir eder, bilir. Gerçek cazcı Hatıran Yeter’i aslına bakarsanız çoktan Ferdi Tayfur’dan dinledi, Serkan Kaya’nın Beyaz Show’daki canlı Hatıran Yeter performasını seneler ilkin takdir etti, canavar benzer biçimde çalan orkestrayı ek olarak alkışladı! (Latife ediyorum normal olarak!)
Dizide Dilber’in kuzeni Zerre karakterini canlandıran Orkuncan İzan ve Dilber’in çalmış olduğu pavyonun sahibi Kamuran karakterini canlandıran Yılmaz Erdoğan’ın müzisyen kardeşi Deniz Erdoğan adeta Bir Demet Tiyatro günlerini hatırlatıyor. İki isim de Yılmaz Erdoğan yapımlarının unutulmaz yan karakterleri arasına girecektir. Dilber ve arkadaşı Yıldız’ın sahneleri ise Yalan Dünya’nın unutulmaz Tülay ve Zerrin ikilisini anımsatıyor. Hazar Ergüçlü ve Umut Beste Kargın buradan güldürü dozunu düşürerek referans almış olabilir.
Sonucunda yanıtlanan sorular ve ortaya çıkan başka yeni sorularla İnci Taneleri coşku yaratmaya devam edecek benzer biçimde.