Gördük ki geçen hafta detaylıca bahsettiğimiz Çehov göndermesine Yılmaz Erdoğan da değindi sadece şimdilik ters köşe yapmayı seçti. Silahın bir oyuncu olarak yer almış olduğu sahnede Azem işleri silahla değil akılla çözdü. Bilhassa Crusader Kings oynayanlar bilirler “koz” elde etmek ve elde edilmiş kozu yerinde kullanmak oldukca oldukca tehlikeli sonuç. CK3’ün bizleri ışınlamış olduğu Orta Çağ’dan hatta daha geçmişten bu yana insanoğlu birbirleri üstünde kozlar kullanıyor, birbirlerine ondan sonra eğitim etmek suretiyle “güzellikler” yapıyor… Batakta dahi iyi oyuncular mümkünse koz saklamaya çalışır.
Akıllı bir karakter olarak baştan beri dikkat çeken Berzan (Fatih Yücebağ) da babasının hastalığına karşın hak edişini alamadığı ve bu sebeple bilendiği Sırat Sıcak (Emrah Aytemur) hakkında elde etmiş olduğu kozu Azem’le paylaştı ve Özgür bu sayede kurtuldu. Hemen hemen tanışmadığımız “büyük patronun” sevgilisi ile bir ilişkisi olan Sırat’ın bu ölümcül hatası artık baş düşmanlarının tamamı tarafınca biliniyor. Hatırlanacağı suretiyle Berzan, Sırat’ı da bu mevzuda uyarmıştı.
Sonucunda “Senin telefonun dandiktir, benimkiyle çek” kibri Sırat’ın başını kötü yaktı! Sadece söz mevzusu video eğer yalnız kendi telefonunda var ise Sırat’ın şüpheleneceği pek insan da yok benzer biçimde… Berzan’ı karışık bir süreç bekliyor. Berzan ile Necmi’nin (Onur Akbay) arasındaki dinamik ise Bir Demet Tiyatro yan karakterlerini hatırlatır cinsten. (Bu bölümde Azem’in Sırat’ı videosuyla “uyardığı” bölümde “Video ne kadar güzel bir alet değil mi?” şeklinde bir Organize İşler göndermesi bekledim açıkçası…)
Sırat’ın ve “büyük patronun sevgilisi” Aleyna, gözüktüğü andan itibaren “Azem’in kızı mı acaba? Biz bu karakteri niye gördük şimdi?” sorularını da akıllara getirmişti. Şimdi ise Aleyna ile ilgili mevzu bir miktar dallanıp budaklandığına gore, “Hande’nin ölümünde Özgür’ün 14, Dere’in 18 yaş civarında olduğu düşünülürse Azem, Dere’i videoda görmüş olsa tanıyamayabilir mi?” demeden geçemiyor insan… Yada bir zamanlar Sırat ve Özgür’ün aynı patron altında çalmış olduğu düşünülürse Özgür ve Aleyna asla karşılaşmamış olabilir mi? Gelecek bölümlerde göreceğiz.
Niçin ‘Cihan’ adı?
Her neyse Özgür’ün mafyacılık oyunu başına devasa bir bela açıyordu neredeyse. Onun bu coşkun, agresif hallerinin yanında yardım çığlıkları atan bakışları aslen “Cihan” ismine birazcık daha kafa patlatmamıza sebebiyet veriyor. Yılmaz Erdoğan’ın “Cihan” tercihi ses benzerliklerinden doğan değişik anlamları çağrıştırıyor olabilir. “Cihan” kelimesinin Türkçede “evren” anlamına da geliyor olmasına bakınca Özgür’ün “alemin kralı” olma niyeti fazladan anlam kazanıyor.
Bununla beraber Farsça kökenli “jiyan/jeyan/jıyan” ise “kızgın”, “coşkun”, “kükreyen” ve “hışımlı” anlamları taşırken bir taraftan da Kürtçede “yaşam” anlamına geliyor. Hatırlatmak gerekirse Namık Kemal’in unutulmaz Özgürlük Kasidesi şöyleki bitiyor:
Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahrâlar / Uyan ey yâreli şîr-i jeyân bu hâb-ı gafletden. (Gezdiğin nazlı sahralar zulmün köpeklerine kaldı / Uyan ey yaralı kükreyen aslan bu aymazlık uykusundan.)
Azem-Özgür ilişkisine aslen anlaşılabilir kırgınlıklar ve gerginlikler hakim olsa da aslen işler Azem açısından bu aşamada epey iyi gidiyor. Zira Özgür birazcık düşününce hakikaten şimdiki bilgisi ve yılların birikimiyle Azem’e sadece bu kadar yakın olabilir. İkili Hande’nin mezarına geldi ve burada “vedalaştılar.” Vedaya dair bir vurgu yapmakta yarar var: Azem, Özgür’e bu şekilde onu kazanmaya çalışmak için artık “gücünün kalmadığını” söylerken aslen Özgür’ün haklı bulunduğunu içten içe bilmiş olduğu için bu şekilde diyordu.
Bu garip zira Azem, kendi kendine konuşurken (meseleyi Dere’e anlatırken) “Senin söylediğini yaptım, fakat bir netice çıkmadı” diyor. Özgür’le o ana kadar gelinen nokta Özgür açısından mevzuya bakılınca oldukça makul.
Doğal bu mezarlık ziyaretinde aslolan mühim detay ve “masanın altındaki bomba” ise Azem ve Özgür’ü uzaktan takip eden, bizim ise yalnız arkadan şekilde gördüğümüz ve epey zengin bulunduğunu tahmin ettiğimiz hanım oldu. Bu kadının Dere bulunduğunu varsaymak durumundayız. Zira aynı hanım Hande’nin mezarını temizlerken ve gömüt başlangıcında yakarma ederken de görüldü. Takip edilenin aslen “takip eden” olduğu bir durum işleri daha da karmaşık bir hale getiriyor.
Dilber cephesinde ise gene acı gerçekler yüzümüze vuruldu. Bölümün ilk Azem-Dilber sahnesinde Azem, “Dilber’in kahkahası, şu rezil hayata karşı en şanlı direniştir” diyerek Dilber’i de -bence seyircileri de- ziyadesiyle mutlu etti.
Dilber’in ‘düzgüsel’ yaşam içinde bocalaması…
Dilber’in bölümdeki aslolan meselesi ise Alişan’ın okulunu değiştirmeye çalışmasıydı. Dilber ve arkadaşı Yıldız, bu süreçten de kendilerince kahkaha atacak detaylar çıkarsa da aslen Dilber’in mesleği Alişan’ın okula kabul edilmemesine niçin oldu. Normal olarak devlet okullarında kayıt değişikliklerinde kağıt üstünde adresten başka bir ölçüt yok sadece sahneyi izlerken müdüreyi görüp “Yok yahu bu şekilde şey de olmaz” diyemiyoruz. İkinci okulda ise Dilber ve Yıldız’ın müdür karşısında bocalaması işleri sarpa sardı. Rahat bir “Ev hanımıyım” cevabı dahi Dilber’i kurtarabilirdi bir ihtimal sadece kabul görme baskısı savrulmasına niçin oldu.
İkili, dizinin sevilen yan karakterlerinden müzikholün sahibi Kamuran’dan aldıkları “rüşvet teklif etme” tavsiyesini de ellerine yüzlerine bulaştırıp müdüre cart diye rüşvet teklif edince kös kös otele döndüler. Olan da Alişan’a oldu…
Dizinin ilk bölümünden beri bilhassa Yıldız’da ve Dilber’de kendi alanlarından çıkıp “normale” karışmak zorunda kaldıklarında büyük bir bocalama görülüyor. Yargılanmak, hor görülmek ve dışlanmak insanı tüketebilecek ve kırabilecek yükler…
Bir kısım “Dilber iyi kazanıyordur; niye bir eve çıkamasın ki?” sorusunu soruyor olabilir sadece Dilber gerçek hayata karışmaktan, ev sahibiyle, emlakçıyla, mahalle esnafıyla muhatap olmaktan çekiniyor. Asla ilişik hissetmediği yaşamının sırtında her yerden görünen bir yük bulunduğunu düşünüyor. Haliyle şu anki tabloda Azem’in tinsel desteği ve prezentabl hali olmadan bir eve çıkabilmesi pek mümkün değil.
Gene Dilber’in trajedisinde gördüğümüz başka bir acı gerçek de maalesef bazen kötülerin, kolluk kuvvetlerinden bir adım önde olması. Nihayet polis, Zahir’in saklandığı çiğköfteciyi bastı sadece Zahir, Alişan’ı otelden kaçırmayı başardı.
Azem’in kendine gelmiş olarak danışmanlık teklifini reddettiği Piraye de ciddi bir yol ayrımında. Niyazi (Muhammet Kulu) Talip Salacak’tan (Suat Güzey) almış olduğu görevi yerine getirirken görevli bir adım atarak Piraye’yi buna ilişkin bilgilendirdi. Talip Bey’in asla umursamadığı ve adını iki saniye ilkin duymasına karşın yanlış hatırlamış olduğu Niyazi, almış olduğu yetkiyle aklında ilk andan beri duran “Ne ayak bu Adem Hoca?” sorusuna yanıt aradı, bir şeyler buldu sadece bizleri de flu bir alanda bıraktı.
İzleyici Niyazi’nin çekmiş olduğu fotoğraflar arasından yalnız otel kapısını ve Dilber’le kol kola yürüdükleri anları görmüş oldu. Niyazi’nin elinde yalnız bunlar var ise bu fotoğraflar hiçbir anlam ifade etmiyor. Bu bilgiler Piraye’ye küçük bir kalp kırıklığı katmak haricinde bir işe yaramayacaktır. Sadece Niyazi bizim hemen hemen görmediğimiz başka fotoğraflar da çektiyse iş garipleşebilir.
Gelecekte göreceğiz… Ve iki minik not:
- Herkesi uyaran ve halleden Azem Hoca’nın “İki basamaklı en büyük sayı?” demesi gözden kaçmadı. Hemen hemen Alişan’ın bilgisi “Sayı değil bir kere sayı” şeklinde bir düzeltmeye yetmiyor. Azem Hoca ucuz kurtuldu! Burada aslen uzmanlıktan uzak evde verilen bir eğitimin ne kadar yetersiz olabileceğini de görmüş olduk normal olarak.
- Otel aslen Azem için hapis yaşamının devamı benzer biçimde. Kızını bulana kadar bu metaforik hapisten çıkamayabilir. İzzet ve Zerre her ihtiyacı dışarıdan çözen (bilhassa İzzet) gardiyan benzer biçimde aslen. Haliyle otelde kalan “yazgı mahkumlarının” hapishane müdürünü şu demek oluyor ki otelin sahibini görmemeleri de oldukca organik. Esnetilebilen kurallar, elde yıkanan çamaşırlar, beraber yenen yemekler ve biri tahliye olana kadar boşalmayan “güzel odalar” bu iyi düşünülmüş metaforu besliyor.