İlk sezonu yayınlanır yayınlanmaz elde etmiş olduğu başarıyla ikinci sezonu garantileyen kaç Netflix dizisi bildiğiniz gibi? Bu oldukça dar listenin son üyesi oldu Blue Eye Samurai. 3 Kasım’da yayına girmiş olduğu andan itibaren öyleki fazlaca beğenildi ki 12 Aralık’ta ikinci sürem duyurusu geldi.
Bu başarıyı takdir etmekle beraber, Blue Eye Samurai‘ı seyretmek için sabırsızlandığımı söyleyemeyeceğim. Zira çocukken televizyonda izlediğim Sailor Moon bölümleriyle, Hayao Miyazaki’nin birkaç filmi haricinde ‘anime’ türüne fazlaca uzağım. Samuraylarıyla, roninleriyle, geyşalarıyla ve öteki unsurlarıyla Japon kültürü de pek fazla haşır neşir olduğum bir kültür değil. O nedenle bu dizi benim için izlenecekler listesinin ilk esnasında yer almıyordu.
Ve fakat geçtiğimiz günlerde “Ne izlesem de yazsam” diye kara kara düşünürken, ekibimizden, “Blue Eye Samurai‘ı yazsana” talebi ulaşınca birazcık sıkılmaya hazır halde geçtim ekranın karşısına. Son olarak diyeceğimi en başta söylemem gerekirse, iyi ki izlemişim.
Bilmeyenler için özetlemek gerekirse özetleyeyim: Dizi 17’nci yüzyılda Edo süreci Japonya’sında geçiyor. 1633’ten itibaren alınan bazı kararlarla Japonya’nın sınırları tüm yabancılara kapatılıyor, Japonların da yurt dışına çıkması yasaklanıyor. Bu sayede yeni neslin genleriyle, davranışlarıyla, alışkanlıklarıyla “saf Japon” olması amaçlanıyor. Saf olmayan Japonlar ise insan yerine konmuyor, toplumdan dışlanıyor, her türlü ayrımcılığa maruz bırakılıyor.
Diziye adını veren Mavi Gözlü Samuray (ronin demek daha mı doğru acaba?) da saf olmayan Japonlardan. Adı Mizu (Maya Erskine) ve dışarıdan bakanlar kendisini adam zannetse de aslen fazlaca akıllı bir genç hanım. Çocukken adam şeklinde yetiştirilmiş, büyüdüğünde de idarenin ve toplumun hanımefendilere uyguladığı kısıtlamaları aşabilmek için bu performansı sürdürmeyi tercih etmiş.
Ufak yaşından itibaren mavi ve yuvarlak gözleri sebebiyle akranlarının zorbalıklarına hedef olmuş Mizu. Yaşamış olduğu travmalar sebebiyle sosyopat bir suikastçıya dönüşmüş. Kör bir kılıç ustasının kendisine kol kanat germesi yardımıyla hem yaşamı kurtulmuş hem de bu zanaatı öğrenmiş. Bir dojo’da eğitim görme fırsatı bulamasa da kendi kendine emek harcayarak kılıç kullanmanın ustası haline gelmiş. Kendi dövdüğü kılıcını eline alınca kimse duramıyor Mizu’nun önünde.
Hayatta tek bir amacı var Mizu’nun: Annesine saldırı edip dünyaya bir “anormallik” olarak gelmesine sebep olan biyolojik babasını bulmak ve öcünü almak. O dünyaya geldiği sıralarda Japonya’da yalnız dört beyaz adam olduğundan Mizu kimi aradığını fazlaca iyi biliyor.
Bu süreçte Mizu’nun en büyük yardımcısı cüssesi büyük, kalbi cüssesinden de büyük “çırağı” Ringo (Masi Oka). Yolculuğunun ilk durağında, elleri olmadan dünyaya gelmiş bir ‘soba noodle’ ustası olan Ringo’nun babasının mekânında bir zorbaya haddini bildiriyor Mizu. Ringo da hayranlığın etkisiyle Mizu’nun peşine takılıyor. Mizu başta bu “yükü” yanına almakta gönülsüz olsa da zaman içinde Ringo ne kadar yararlı bir yol arkadaşı olabileceğini kanıtlıyor. Mizu’nun sırrını bir tek Ringo biliyor.
Klişe bir mevzu iyi mi değişik işlenir?
Sözün kısası Hollywood’dan Yeşilçam’a bin türlüsünü seyrettiğimiz bir intikam öyküsünün değişik bir versiyonu, 8 bölümlük Blue Eye Samurai. Sadece bu klişeleşmiş hikâyeyi oldukça leziz bir halde konu alıyor.
Bunda normal olarak en büyük hisse Kanadalı animasyon şirketi Blue Spirit’in. (Not: Dizi Kanada’da yapıldığından teknik olarak ‘anime’ değil fakat hikâyenin Japonya’da geçmesi ve ‘anime’ estetiğinin benimsenmesi sebebiyle genel olarak kategoriye kabul edilmiş şeklinde.) Görüntüler hakkaten fazlaca başarı göstermiş. İnsan kendini karda Mizu ve Ringo’yla beraber yürüyor ya da “Sıçrayan kanlar üzerime geldi mi?” diye denetim etmeyesi gerekiyormuş şeklinde hissediyor.
Oyuncu (seslendirme sanatçısı?) ekibine gelirsek, yukarıda isimlerini saydığım Erskine ve Oka’nın yanı sıra, Hollywood’daki birçok tanınmış Asyalı oyuncunun seslerini duyuyoruz. Brenda Song (Akemi), Darren Barnet (Taigen), George Takei (Seki), Ming-Na Wen (Madam Kaji), Cary-Hiroyuki Tagawa (Kılıç Ustası), Randall Park (Heiji Shindo), Patrick Gallagher (Daichi) şeklinde değişik nesillerden yıldız adlar kadroda bir arada. Mizu’nun peşine düşmüş olduğu beyaz adam Abijah Fowler’ı seslendiren şahıs ise Kenneth Branagh.
Doğal dizinin başarısında Netflix’in pazarlama stratejisine de bir ayraç açmak gerek. Daha ilkin Knights of Sidonia, Devilman Crybaby ve Neon Genesis Evangelion şeklinde ‘anime’lerde aradığını bulamayan platform, bu dizinin ilk bölümünü 1 Kasım’da doğrusu resmî gösterim tarihinden 2 gün ilkin kendi YouTube kanalında parasız izlemeye açtı.
Bu oltayla yakalanan izleyici kitlesi yardımıyla dizi, Netflix verilerine bakılırsa 2 hafta süresince küresel ilk 10’da kalırken 50 ülkede de ilk 10’a girdi. Gene Netflix verilerine bakılırsa platform üstünde 2 haftada 4,8 milyon izlenmeye ulaştı ki epey efsanevi bir istatistik. Doğal buna YouTube’da şu an 4,1 milyona ulaşmış olan görüntülenme sayısı dahil değil.
Fakat normal olarak pazarlama taktikleriyle de bir yere kadar. Netflix’in hamleleri diziye adım atmak için bir sebep olsa da devam etmek için bir gerekçe değil. Şahsen, izlemeye devam etmemi aslolan elde eden şey, aşağı yukarı 400 yıl ilkin, binlerce kilometre uzakta yaşanmış bir vakası konu alıyor şeklinde görünen hikâyenin günümüzdeki geçerliliği.
Değişik olanların dışlandığı bir topluma bakış açısıyla, ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını alışık olduğumuz bağlamı tersine çevirerek anlatmasıyla, ataerkilliğin doğasının dönem ya da coğrafya ayırt etmediğini gözler önüne sererken bayanları hikâyenin aslolan eyleyicisi konumuna yerleştirmesiyle kazanmıştır beni Blue Eye Samurai. Sıkılmayı beklerken izlediğime memnun olduğum ve ikinci sezonunu şimdiden merak ettiğim diziler arasına girdi.
“İzlesem mi izlemesem mi?” kararsızlığı yaşayanlara ya da değişik bir şeyler arayanlar bir talih vermeli. Kim bilir bir ihtimal siz de benim şeklinde hem şaşırır hem beğenirsiniz.
Fotoğraflar: Netflix