Toprağın uyanışını, berekete durmasını ifade eden baharın gelişi Trakyalılar’ın kodlarına işlenmiş eğlencesi bolca, derin köklerden süzülüp gelen bir takım kutlamayla taçlandırılır. Hatta öncesi de var; kışın en soğuk gecesinin karşılandığı Bocuk Gecesi / Kolada Gecesi benzer biçimde bir kışa veda edilen, halk takviminin yöreye kimlikli renkli bir sayfasını hemen hemen koparmışken, Mart Dokuzu, Kırk Bir Otu, Nevruz benzer biçimde kutlamalar dizilir sıraya.
Gelgelelim Trakyalılar 5-6 Mayıs tarihlerinde kutlanan Hıdırellez’i, Hıdırellez’in yöredeki Roman vatandaşlarca kutlanan versiyonu olan Kakava’yı dört gözle beklerler.
5 Mayıs gününün akşam üstü saatlerinde sokaklar insan seline döner. Kırlardan, Hızır aleyhiselama atfen “hıdırlık” dedikleri dere boylarından topladıkları -sözüm ona – 41 çeşit otu kuşanmış, ellerinde yeşil bahar dalları, kır çiçekleriyle mahalle aralarında, şehrin büyük meydanlarında yakılacak olan Kakava / Hıdırellez ateşine doğru, ışığa uçan pervaneler misali akın ederler. Eğlencenin biri bin para o saatten sonrasında. Aslına bakarsan müziğin içine dünyaya gelen Trakyalılar için coşkunun tavan yapmış olduğu anlamış olur adım atar.
O yüce Hıdırellez ateşlerinde kışın kirini, tozunu, miskinliği temsil eden eski hasırlar, çergeler, kilimler yakılır. Tüm hepsinden silkelenip tazelendiklerine olan inançla Hıdırellez ateşlerinin üstünden atlamak ise seyirlik bir manzaradır. Kırklarelililer’in kutlamaları da azca değildir hani fakat Edirne’nin Sarayiçi meydanındaki Kakava ateşi görülmeye değerdir. Hoş, son yıllarda Türkiye’nin dört bir yanından sırf o gece için gelen misafirler bunun ayan beyan kanıtıdır.
Eve dönüldüğünde evin giriş kapısının bir kenarına taze bahar dalı asılır. Muratttır, tazelenmektir, berekettir… Bir tarafına kara çalı ya da dikenli bir kuru dal, ki o da kötülükleri evden uzak tutmayı temsil eder.
Akşama erdik mi, çocuklar için banyo vakti geldi anlamına gelir. Kırlardan toplanmış o 41 çeşit ot ve çiçek suya katılır, süzülür, minik çocuklar bu bahar bahçe su ile yıkanır. Büyüklerse elini yüzünü bu suyla yuğar, genç kızlar saçlarını yıkayıp yedi belik örer, sabah erken kalkmak zorunda oldukları Hıdırellez sabahına varmak için uykuya dalarlar.
Aaaa, unutmadan. Akşamdan o sokakta, o mahallede, o köyde yaşayanlarca niyet küplerine maniler, dilekler yazılıp bir gül altına bırakılır. Sabah bu niyet küpü açılacak, hepimiz kısmetine düşen maniyi dileği radyodan şarkı meblağ benzer biçimde tutacaktır.
Dedik ya, sabah erken uyanmak Hıdırellez sabahının eğer olmazsa olmazı. Evin anası, babası ya da büyükleri küçüklerin odasına bir el süpürgi ile girer, latife yollu tiyatral hareketlerle onları kova kova uyandırır. Miskinliği, yılgınlığı atmak için bir ritueldir bu. Büyüklerin “Uçun, uçun, uçun bakalım. Hıdırellez sabahı bu, uçun” nidalarına evlatların şen kahkahaları karışır.
Edirneliler Sarayiçi’ne daha güneş doğarken akın eder. Tunca nehrine dileklerini bırakan Roman vatandaşlar, su boylarından gelecek kadim kurtarıcılarını bu yıl da arayacak, “Baba Fingo bu yıl da gelmedi” diye hayıflanarak boyun bükecektir.
Dereye minik objeler, istek kağıtları bırakılır. Bununla beraber getirdikleri atıştırmalıklarla bir bolluk sofrası kurulur. Çoluk çocuk, büyük minik o tatlı sofranın ortakçısı olur. Hoş, Hıdırellez pikniği aslolan öğleden sonrasında başlayıp gecenin gç saatlerine değin sürecektir ya o ayrı…
Hıdırellez mayası (Çiy mayası) nedir, iyi mi yapılır?
Trakya’da bu fazlaca renkli Hıdırellez rituelleri içinde sadece orta yaş ve üstünün hafızalarında tutunmaya çalışan, fazlaca azca kişinin sürdürmeye çalmış olduğu bir mutfak kültürü öğesi yer bulur.
Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesine bağlı Yıldız Dağlarının derhal eteğindeki İslambeyli köyünde sürdürülen Hıdırellez Mayası ya da Çiy Mayası denen bu geleneğe gore; sabah erken kalkan evin hanımları, genç kızları, beyleri kırlara, dere boylarına giderler. Bitkilerin üstünde bulabildikleri çiy tanelerini tahta kaşık ya da tahta kepçeler ile bir kaba toplarlar. Eve döndüklerinde bu çiy suyunu temiz bir tülbentten süzüp, onların deyimiyle püsüründen arındırır, ari ederler. Sabah hemen hemen sağılmış sütü kaynatıp mayalama sıcaklığına indirirler. Naturel bakterilerce varlıklı çiy suyu ile bu sütten minik porsiyonlarda yoğurt mayası çalarlar. 1 litre süte 3 çorba kaşığı çiy suyu esastır fakat garantici olanlar daha azca oranda birkaç kap sütü mayalayıp hangisinin tutacağını gözlerler.
İlk maya oldukça zayıftır. Bir parça kesmikli, akışkanca bir boza kıvamında olabilir. Üstelik hemen hemen yoğurdun kendine özgü o ekşiliğinden uzak tatlıca olabilir. Bu çiy suyunun ne aşama bakterilerce varlıklı olduğuyla ilgili olabilir. Bu ilk mayanın bir süre soğuk ortamda toparlanmasını sağlayıp, bu mayadan ikinci bir mayalama, hatta alışıldık yoğurt kıvamına erene değin her elde edilmiş son mayadan yeni bir mayalama yapılır. Bu işlemin Hıdırellezi takip eden ilk hafta içinde bititilmesi gerekir. Bu vakitten sonrasında elde edilecek maya Hıdırellez mayası sayılmaz.
Mayayı tutturanların eli maharetli, sofrası verimli addedilir. Mevzu komşu mayayı üst üste senelerde tutturan bu kişileri överek tüm yıl süresince kullanacakları bu sıhhatli, şifa dolu olduğuna inandıkları mayayı ondan alırlar. Mevzu komşu ile paylaşılan maya böylece tüm köye dağılır. Ertesi yıl maya tazelenene kadar artık bu mayadan üretilmiş mayalar kullanılacaktır.
Bu yoğurdun alt suyundan ise ekşi ekmek mayası tutulur ki buna da Darlık mayası ya da Varlık Mayası denir. O ayrı bir anlatımın mevzusu olsun.