[ad_1]

İstanbul Bilgi Üniversitesi‘nin Arizona State Üniversitesi (ASU) ile kurduğu akademik iş birliği kapsamında düzenlenen “Küresel Dönüşüm: ASU-BİLGİ Konuşmaları Serisi”nin ikinci etkinliği “Kızıl Gezegenden Sahneler: Bir Gezegen Bilimci ile Sinema Araştırmacısının Sohbeti” başlığıyla çevrimiçi olarak gerçekleşti. BİLGİ Sinema Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Feride Çiçekoğlu’nun moderatörlüğünde düzenlenen etkinliğin konuğu ASU School of Earth and Space Exploration’da öğretim üyesi ve NASA’nın Jet İtki Laboratuvarı’nda misafir araştırmacı olan Dr. Jim Bell‘di.

Mars’ın görüntülerini dünyaya ulaştıran kameraları tasarlayan Bell, NASA’nın pek çok robotik uzay keşfi çalışmasında yer aldı. Bell, Spirit ve Opportunity uzay araçlarında Panoramik kamera (Pancam) renginden ve stereoskopik görüntüleme sisteminden sorumlu baş bilim insanı, Curiosity uzay aracının Mastcam kamera sisteminin baş araştırmacı yardımcısı ve NASA’nın “Mars-2020” uzay aracının Mastcam-Z kameralarının baş araştırmacısı olarak görev yapıyor.

Mars, yeryüzüne en çok benzeyen gezegen

Tasarladığı kameralar aracılığıyla Mars’tan gelen görüntüleri gördüğünde hissettiklerini anlatan Bell, “Mars’a ait yer duygumuzu bu robotik avatarlardan alıyoruz. Duyularımız, görüşümüz, hareketliliğimiz, dokunma ve kimyasalları koklama yeteneğimiz bu robotlar sayesinde ortaya çıkıyor. Mars’ı bu araçların merceğinden deneyimliyoruz. Mars’ın manzarasının dünya ile ne kadar benzer olduğunu görmek harika. Mars, özellikle ABD’nin güneybatısındaki çöl ile kırmızı kayalar, bitki örtüsünün pek olmayışı ve çoraklığı açısından pek çok benzerlik gösteriyor. Ama aynı zamanda bu çevrenin bizim için inanılmaz derecede tehlikeli olduğunu da biliyoruz. Böyle bir çevrede radyasyon koruyucu bir uzay giysisi, oksijen, su ve gıda tedariki olmadan hayatta kalamazdık. Bize yeryüzü gibi görünen bir ortam aslında bizi birçok yönden öldürmeye çalışıyor” dedi.

Güneşe en yakın üçüncü kaya parçasının vatandaşı olmak

Gezegenimize uzaydan bakmanın bir aidiyet duygusu yarattığını ve insanlığın tüm çatışmalarına rağmen bir bütün olduğunun tekrar farkına varmamızı sağladığını belirten Bell, sözlerini şöyle sürdürdü: “1960’lı yıllarda astronotların Aya veya dünyanın yörüngesine giderken çektikleri dünyanın ilk fotoğrafları bizlere daha önce hiç sahip olmadığımız bir perspektif sunmuştu. Uzaydan dünyaya baktığımızda haritalarda gördüğümüz ulusal sınırları, ekonomik düzenleri, siyasi ve felsefi ayrımları görmüyoruz. Gördüğümüz şey, bizi sert uzay koşullarından koruyan kırılgan ve ince bir atmosfere sahip harika bir mavi bilye… Ve güneş sistemimize baktığınızda onun bir benzeri yok. Güneş sistemimizde dünyaya en çok benzeyen Mars bile aslında gezegenimizden önemli ölçüde farklı, gidip yaşayabileceğimiz bir yer değil.”

İnsanlar eninde sonunda diğer gezegenlere yerleşecek

“İnsanlar eninde sonunda, belki yüz binlerce yıl sonra, Ay’a, Mars’a veya diğer gezegenlere gidip yerleşecekler. Ancak oraya gidip yerleşenler artık bizim türümüz olmayacak; başka bir türe evrilmiş olacaklar. Çevremiz değiştikçe bizler de evrim geçirerek değiştik ve çok uzun vadede bu yeniden gerçekleşecek. İnsanlar uzaya yerleştiklerinde yaşadıkları farklı ortamların koşullarına göre farklı insan türlerine evrilecekler. Bu perspektiften bakabilmek dünyanın ne kadar özel olduğunun farkına varabilmemiz için oldukça önemli. Diğer gezegenleri incelerken, dünyayı uzaydan araştırırken yaşadığımız gezegene dair çok şey öğreniyoruz. Dünyanın dört bir yanından çok sayıda araştırmacı gezegenimizin iklimini, jeolojik yapısını, geleceğimizi ve nasıl sürdürülebilir bir şekilde yaşayabileceğimizi anlamaya çalışıyor. Bana göre gelecekte insanların uzaya yerleşmesi kaçınılmaz olacak ve onlar uzayın çok sert koşullarında yaşarken sürdürülebilirlikte olağanüstü iyi olacaklar. Ve sürdürülebilir bir şekilde yaşamalarını mümkün kılan tüm bu teknolojiyle birlikte gezegenimize geri dönecekler ve dünyada yaşayan insanlara yardım edecekler. Dünya sonsuza dek insan türünün evi olmaya devam edecek. Bana göre uzay programının bize kazandırdığı en önemli bakış açılarından biri gezegenimize dair bu farkındalık. Güneşe en yakın üçüncü kaya parçasının vatandaşı olmak, A, B veya C ülkesinin değil…”

“Dünya en sevdiğim gezegen”

Dr. Jim Bell, uzay keşiflerinde bilim insanlarının Mars’a dair edindikleri “yer duygusu” ile turistlerin henüz hiç gitmedikleri bir şehri hayal etme biçimleri arasında paralellik kuruyor. Nasıl ki turistler bilmedikleri şehirleri turist rehberlerinden, belgesellerden, televizyondan ve başkalarının anlattıkları hikayelerden yola çıkarak akıllarında canlandırıyorlarsa bilim insanları da uzay araçları ile edindikleri veriler sayesinde bilmedikleri gezegenleri tahayyül ediyor. Dr. Jim Bell, “Mars’a gitmek isterdim; ancak elbette geri dönmek kaydıyla. Dünya benim en sevdiğim gezegen” dedi.



[ad_2]

(Toplam: 9, Bugün: 1 )