üsümüz. Demek ki bir tek ülkeme hususi bi durum değilmiş şehirler arası otobüsün, dolmuş benzer biçimde hareket etmesi. Tamam o vakit diyorum kendime sorun yapmıyorum. Yanıma oturanlar her durduğumuz yerde değişiyor. En sonunda hoş söyleşi bir İspanyol talebe oturuyor yanıma. Başlıyoruz klasik sohbete; “nerden geliyorsun nereye gidiyorsun ey yabancı” Söyleşi İspanya ve İspanya ile ilgili mevzulara doğru gidiyor. Ne olursa olsun gelmelisiniz madem geziyorsunuz Avrupayı İspanya’ya da kesinlikle gitmelisiniz. Fakat kuzeyine gitmeyin güneyine gidin benzer biçimde konuşmalarla devam ediyor sohbetimiz. Bizde olan doğu batı İspanya’da şimal cenup olarak devam ediyor.
Akşama doğru bir mola veriyor otobüsümüz. Mola verilen yer bir benzin istasyonu. Evet yanlış okumadınız bildiğimiz bir benzin istasyonu. Hepimiz ihtiyacını bu istasyondan görüyor ve dışarıda istasyonun arkasında bulunan alanda hava alıyor. Buna da tamam diyorum sorun yok. Ara sonrası birkaç saatlik yolculuktan sonrasında hava kararıyor ve Budapeşte’ye geliyoruz. Yol süresince bizlere kahve ve sıcak çikolat servisi icra eden güzel muavinimiz, Budapeşte’ye geldiğimizi, ineceklerin hazırlık yapmasını, devam edecek olan yolcularında inmemesini söylüyor. Otobüs, Budapeşte’den sonrasında Bratislava’ya devam ediyormuş. Ben inecekler içinde yerimi alıyor hazırlıklarımı yapıyorum. Aslına bakarsan bir tane çantam var hazırlığım oldukça kolay. Hafifçe ırkçı İspanyol bayana iyi yolculuklar diliyor, hayatında başarılar arzuluyorum ve iniyorum.
İndiğim yer bildiğiniz bir direk önü. Evet aynen öyleki direk önünde durağın adı yazıyor. Şehirler arası otobüsler hep orda indiriyormuş. Çevreye baktığımda azca ileride büyük bir garın bulunduğunu görüyorum. Nedense inerken ve binerken orayı kullanmamış olmama birazcık şaşırıyorum. Sağ tarafıma bakıyorum ve taksi duraklarını görüyorum. Fakat taksi kalmamış. esasen taksi kullanmayacağım için tabanlara kuvvet diyorum ve çantamı sırtlandığım benzer biçimde yola koyuluyorum. Aslına bakarsan otelim oldukça yakın. O şekilde ayarlamıştım. Haritadan bakmış olduğunuzda yakın olan mesafeler kimi zaman tahmininizden daha uzun benzer biçimde gelebiliyor. Sebebi o anki ruh haliniz ve o anki bitkinlik durumunuza bakılırsa değişiyor. Birazcık yürüdükten sonrasında otelin olduğu sokağa geliyorum. Sokaklar inanılmaz tenha durumda. Yolun ortasında birini kıtır kıtır kesseniz kimse çıkmaz inanırım. İlk kez güvende olmadığım hissine kapılıyorum nedense. Sanırım izlediğim filmlerin bir sonucu bu. Zararlıarını saymakla bitiremeyeceğim tvnin bir laneti daha işte. Her ne kadar uzun senelerdir kullanmasamda geçmişte bıraktığı izler benimle birlikte geliyor. Beyazperde ya da evde diskten izlemeyeceğim filmleri destursuz bizlere sunan aptal kutusuna hatırı sayılır bir kaç sövgü ediyor ve yürümeye daha davranışlarında ölçülü olarak devam ediyorum. Otele vardığımda oldukça bitkin olduğumu farkediyorum. Derhal check-in işlemlerini yapmış olup, odaya kendimi atıyorum.
Ertesi gün dinlenmiş olarak hazırlıklarımı yapıyorum. Sırt çantamı otelde bırakıp bir tek fotoğraf makinemi yanıma alıyorum. Resepsiyonda bulunan dost fotoğraf makinamı görünce benimle makine sohbetine giriyor. Kendisininde fotoğraf çektiğini ve bu mevzuya oldukça meraklı bulunduğunu söylüyor. Mevzu birazcık daha derinleşince bana hangi filtreleri kullandığımı, hangi lensi hangi zamanlarda kullandığımı soruyor. Fakat benim yanımda ne filtre var ne de lens. Bunu duyunca birazcık hayal kırıklığına uğruyor. Sonrasında arkadaki odadan kendi makinesini getiriyor. Dev gibi bir Nikon 9x mi 3x mi öyleki birşey. Hani şu tabanca olarak kullanabileceğiniz kadar ağır olan devasa Nikon makinalardan. Lens gene ona keza öyleki. Filtreler ise 4-5 tane var. Hepsinin işlevini tek tek konu alıyor. Lenslerini gösteriyor. Birkaç tane çekmiş olduğu fotoğrafı gösteriyor. Ben küçüldükçe o büyüyor. Egosu nerede ise resepsiyon masası kadar olunca beni bırakmaya karar veriyor ve salıyor beni sokağa. Giderken de; “Bu şekilde iyi kareler yakalayamazsın, lens mevzusunda fena bir seçim yapmışsın” diyor. Haklısın diyorum ve minimum benim kadar boynu bükük olan Nikon’umla dışarı çıkıyorum. Birkaç adım attıktan sonrasında klasik bir Türk benzer biçimde davranıyorum ve “hadi be sende!” diyorum.
Budapeşte’de yaşayanlar park mevzusunda oldukça talihli. Gerçi buraya park demek büyük ayıp oluyor fakat her her neyse. Hanımefendilerin çocuklarını buraya bırakıp gitmesi ve evlatların özgürce oynaması, düşmesi kalkması oldukça dikkatimi çekti. Niçin derseniz bizde bildiğiniz gibi aman çocuğa bak aman düştü mü aman kalktı mı aman ağladı diye dört dönerler çevresinde. Sonrasında büyüdüklerinde durum ortada… Hala çevresinde birilerinin onlar için ahlamasını vahlamasını bekleyen tipler oluyorlar. Burada öyleki bir durum yok. Şundan oldukça net inanırım ki çocuk yetiştirmeyi bizlerden on kat daha iyi biliyorlar. Çocuk düşüyor, kalkıyor, köpeğe sarılıyor, kediyi ısırıyor, cırmıklanıyor, çamura batıyor, suya düşüyor fakat yinede ne ağlıyor ne zırlıyor. Herşeyi kendisi bir halde hallediyor ve yürümeye devam ediyor. Zorluksa güçlük kolaylıksa kolaylık. Herşeyi o an kendisi öğreniyor. Her ağladığında arkasında birinin olamayacağını biliyor. Hayata da aynen bu çerçeve ile bakıyor. Ondan sonrasında da bizlerden niçin birşey olmuyor? Olmaz doğal olarak.
Budapeşte’de yaşayanlar park mevzusunda oldukça talihli. Gerçi buraya park demek büyük ayıp oluyor fakat her her neyse. Hanımefendilerin çocuklarını buraya bırakıp gitmesi ve evlatların özgürce oynaması, düşmesi kalkması oldukça dikkatimi çekti. Niçin derseniz bizde bildiğiniz gibi aman çocuğa bak aman düştü mü aman kalktı mı aman ağladı diye dört dönerler çevresinde. Sonrasında büyüdüklerinde durum ortada… Hala çevresinde birilerinin onlar için ahlamasını vahlamasını bekleyen tipler oluyorlar. Burada öyleki bir durum yok. Şundan oldukça net inanırım ki çocuk yetiştirmeyi bizlerden on kat daha iyi biliyorlar. Çocuk düşüyor, kalkıyor, köpeğe sarılıyor, kediyi ısırıyor, cırmıklanıyor, çamura batıyor, suya düşüyor fakat yinede ne ağlıyor ne zırlıyor. Herşeyi kendisi bir halde hallediyor ve yürümeye devam ediyor. Zorluksa güçlük kolaylıksa kolaylık. Herşeyi o an kendisi öğreniyor. Her ağladığında arkasında birinin olamayacağını biliyor. Hayata da aynen bu çerçeve ile bakıyor. Ondan sonrasında da bizlerden niçin birşey olmuyor? Olmaz doğal olarak.
Gece oldu bu şekilde oldu dedirten bir durum. Işıklandırmalar hakikaten muhteşem. Budapeşte ışıklandırma mevzusunda oldukça iyi. Bu mevzuda hakikaten muhteşem bir kent. Gece olunca bilhassa Parlamento binası o denli değişiyor ki sanki tek tek bilgisayar ile işlenmiş benzer biçimde görünüyor.
Son söz olarak…
Budapeşte sıcaklığı ile benim bu seyahatimde en sevdiklerim arasına giren bir kent. Fakat beklentilerimin altında bir kent. Niçin derseniz emin olun net olarka birşey söylemek oldukça zor. Bir tek şunu diyebilirim, gezi edilecek bölgeleri, müzeleri, şehrin dokusu ve o tılsım yoktu sanki. Genel olarak bir aldatmaca benzer biçimde hissettim Budapeşte sokaklarını. Herşey aniden bitiyor ve sokaklar boşalıyor. Sen seninle kalıyorsun benzer biçimde bir durum var. Herhangi bir şey olsa, arkanda kimse yok ve kimse de seni savunmaz benzer biçimde bir his oluşuyor insanda. Nedendir bilemiyorum fakat bende uyandırdığı his bu oldu. Fakat söylediğim benzer biçimde sıcak bir kent gün içindeyken. Akşam olduğunda ise ışıklarıyla ayrı bir güzel. Fakat bir tek dere süresince öyleki. Sonrasında olan bölgeleri tenha ve terk edilmiş durumda. Sokakları oldukça kirli çöpler heryerde, insanoğlu bölgelere tükürüyor aynı İstanbul benzer biçimde. Elbet o denli fena değil tamam fakat en azından onda biri kadar var. O güzelim parklarında bile çöp var. İlk ilkin inanamadım. Herhalde çöpçüler izinde ondandır dedim. Fakat sonrasında dedim ki bu insanoğlu Türk değil ki? Niçin yere çöp atsınlar? İzmaritleri yere atıp, yola tükürsünler? Bu insanoğlu Türk değil!
Fazlaca uzun seneler ilkin sönmüş bir volkan benzer biçimde. Fazlaca uzun vakit ilkin bitmiş, üstünde ne savaşlar verilmiş fakat sonrasında herşey bittiğinde boşverilmiş benzer biçimde bir kent Budapeşte. Seneler ilkin ölmüş benzer biçimde. Her yerde bir gri toz var sanki. Güneş bile aydınlatamıyor ya da renk veremiyor benzer biçimde bu şehre. Gezdim, gördüm ve o an bana bu hisleri yaşattı.
Ha birde şu şekilde bir anım var. Akşam olsun akşam fotoğrafları çekiyim diye bekledim. Bir kahve içtim kendime geldim. Dinlendim ve sonrasında artık hazırım diyerek yola çıktım. Ana caddeden nehrin olduğu yöne doğru yürüdüm. Sağımda bir çift, solumda ise bebek otomobilini iten bir bayan vardı. Arkamdan birinin seslendiğini duydum. Arkamı döndüğümde bana seslenen şeyin bir insan mı melek mi bulunduğunu bir süre düşündüm. Karşımda hakikaten oldukça güzel iki kız duruyordu. Biri esmer, yeşil gözlü, uzun dalgalı saçları ve muhteşem bir fiziğiyle bana seslenen kızdı. Öteki ise aynısının sarı saçlı versiyonu idi. Tek fark gözleri maviydi. Fakat o maviliğe bakmamak daha akıllı bir tercih olurdu bakmaktan. Bundan dolayı bakmış olduğunuzda kayboluyordunuz. Yolunuzu bulmak için bir süre geçmesi gerekebilirdi. Hakkaten oldukça hoş kızlardı. Fakat bir nokta vardı. Gözleri güzeldi güzel olmasına fakat bakışlarında bir şey gizliydi.
Benden fotoğraflarını çekmemi istediler. Tamam dedim. Derhal aklıma gelen niçin ben? Sorusuna karşın. Bundan dolayı sağımda ve solumda d ainsanlar vardı. Niçin ben? Sonrasında bu fotoğrafın üstünde oynama yapmak lazım fakat ben yapamıyorum dedi son aşama sempatik bir halde esmer olan. Bende bilmiyorum dedim. Senelerdir en iyi bildiğim şeyi bilmediğimi söylemek beni rahatsız etti mi peki? Hayır. Peki nereye gidiyorsun dedi. Fotoğraf çekmeye dedim. İstersen birşeyler içelim sonrasında birlikte gideriz dedi. Şurada bildiğim bir bar var orda oturabiliriz dedi. Yok dedim benim gitmem gerekiyor. Bu güzel teklif için teşekkürler. Gözlerinde ki hain bakışa doğru Türkçe olarak; “Olmaz be güzelim, yemez bu saatten sonrasında” dedim. Bundan bir on yıl ilkin olsa bir ihtimal fakat artık oldukça zor. Bu kadar oldukça insan tanıdıktan, bu kadar oldukça yalan söyleyen göze baktıktan sonrasında oldukça zor buna inanmam. Arkama baktığımda arkamdan bakıp mutsuz ifadesi takılan esmeri gördüm. Yanında ki sarı saçlı ise tıpkı bir fantastik filmden fırlamış benzer biçimde bakıyordu. Birazdan bir cadıya dönüşecek gibiydi. Tekrar bakmadan yürüdüm. Ekşi sözlükte bu mevzu ile ilgili bir yazı okumuştum ulaşmadan önce Budapeşte’ye. O yazıda da benzer bir vakadan bahsediyordu. Birebir olmasa da benzerini yaşamış olmama şaşırmadım. İnsanlar herşeyi kullanıyorlardı. Din, dil, ırk ne var ise kuvvetsiz olabileceğiniz. Bunlarda güzelliklerini kullanıyorlardı kandırmak için. Kafese konulmuş bir peynir parçasıydı onlar. Fakat bir problem vardı. Ben fare değildim ve hiçbir zamanda olmayacaktım.
Bu kadar güzel iki Macar kız size bu şekilde bir ilgi gösteriyor ve sizi çağrı ediyorsa biliniz ki ya siz Brad Pitt’siniz ya da birazdan yolunacak bir enayisiniz. İkinci olasılık daha ağır olacağından bir an ilkin kibarca bir bahane uydurup, uzaklaşmanızı tavsiye ederim.
Vize lüzumlu mi?
Evet vize gerekiyor Schengen vizesi ile ülkeye giriş yapabilirsiniz.
Çantamızda neler olmalı?
Su, muz ve minik atıştırmalıklar iyi olur. Bilhassa sıcak havalarda gidecekseniz su oldukça önemli. Merkeze yakın yerlerde kahve ihtiyacınız olan şeyi giderebileceğiniz bölgeler mevcut. Fakat akşam olduğunda mekanlar kapanıyor erkenden. O yüzden geç bir saate kalmadan alacaklarınızı almalısınız ya da yanınızda taşımalısınız.
Nerede konaklanmalı?
Ben merkeze yakın bir otel tercih etmedim sayıları oldukça yüksek olduğundan. Şehire bir kaç durak olan bir otel tercih ettim. Metro ile 5 dakika sürmeyen bir lokasyonu tercih edin derim. Şu demek oluyor ki bu da nerede ise 3-5 durak benzer biçimde birşey yapıyor. Benim kaldığım Hotel Fortuna kötü değildi. Odalardan oldukça ses geliyordu fakat tutarları uygundu. Tek başına seyahat eden ve otel rahatlığı isteyenler için uygun. Fazlaca ses çıkartan fransız komşularınızı çıkıp uyarabiliyorsunuz. Sessiz oluyorlar uyarı sonrasında merak etmeyin problem çıkmıyor.
Ne yenir ne içilir?
İşin aslı ne yenir ne içilir ile oldukça ilgilenmiyorum seyahatlerimde. Macaristan’a özgü ne vardır ne yoktur oldukça bilmiyorum. Bir tek gördüğüm Kürtőskalács isminde bir tatlıları var. Nerede ise her yerde karşınıza çıkıyor. Fazlaca önemli bir şey değil fakat bir ihtimal onu deneyebilirsiniz. Bunun haricinde kendilerine özgü bir mutfakları yok diye biliyorum. Elbet bir kaç bölgesel yiyecek vardır Goulash, Langos benzer biçimde fakat bizim mutfak kültürümüz benzer biçimde bir kültür bulunduğunu snamıyorum.
Hatıra olarak ne alınır?
Hatıra olarak aslına bakarsak bir gelin alınabilir
İnsanlarla kontakt iyi mi?
İnsanlar ile iletişimde problem yok benzer biçimde görünüyor fakat he rnedense birazcık tedirgin olarak yaklaşılıyor. Haliyle sizde bu tedirgin yaklaşmayı seziyorsunuz. Sanki devamlı bir içten pazarlık durumu var benzer biçimde bir hissiyat oluşuyor ister istemez. Bilhassa siz bir şeyleri satmaya ya da kiralamaya çalışan insanlardan asla hoş elektrik almadım. Elektrik almayı cümle içinde kullanmış olmanın haklı gururunu yaşıyorum şu an!
Ne vakit gidilmeli?
Soğuk olmayan herhangi bir vakit gidilebilir bence.
Ne olursa olsun görülmesi ihtiyaç duyulan bölgeler nereleridir?
Macaristan Parlamento Binası
Chain Bridge
Krallar Meydanı
Matthias Kilisesi
Budapeşte Kalesi
Elizabeth Köprüsü
Devlet Opera Binası (İçine girmedim, siz kesinlikle girin gezin bir halde.)
Margaret Adası
Vaci Uçta Caddesi
Peki ne kadar vakit ayırmalıyız?
2 gün verilebilir, eğer zamanınız yoksa 1 günde de oldukça çok yer gezebilirsiniz.
Muşamba Nedir, Ne Anlama Gelir? 03 Ekim 2024 Perşembe 22:40 ABONE OL Muşamba, su geçirmezlik…
Yıl 30 Ekim 2008 Perşembe 20:43 ABONE OL Yıl Nedir?Dünyanın, güneş çevresinde tam bir dolanım…
Gebelik Izlemi GEBELİK İZLEMİ Gebelik izlemi, gebeliğin planlanmasıyla başlayan, sağlıklı sürdürülmesini ve sorunsuz bir doğumu…
Menopoz MENOPOZ Menopoz, ovaryan aktivitenin (üreme ve östrojen yapımı) yitimi ertesinde, menstrüasyonun kalıcı olarak kesildiği…
Yeni bir araştırmaya göre, çok sayıda kadın, kadın üreme organlarının en yaygın kanseri olan endometriyal…
Her gün sekiz saat veya daha fazla oturan kişilerin, her hafta 140 dakikadan az orta/yoğun…