Ahmed Arif Kimdir? yazımızla sizlerleyiz. Ahmed Arif Kimdir? yazımızda ünlü Anadolu şairi, ozanı Ahmed Arif’in hüzün, hasret, ve aşk dolu hayat hikayesini sizlerle buluşturuyoruz.
Ahmed Arif Kimdir? yazımızı okuduktan sonra en güzel Ahmed Arif Sözleri ve Ahmed Arif’in en güzel şiirlerinin tamamını bulabileceğiniz Ahmed Arif Şiirleri yazımıza da bakmanızı kesinlikle tavsiye ederim.
Şimdi sizleri Ahmed Arif Kimdir? yazımızla baş başa bırakıyorum. Umarım beğenirsiniz.
Anadolu’nun 20. Yüzyıldaki en büyük ozanı… Tek şiir kitabıyla koca bir şair. Neredeyse 70 yıldır üç kuşağa hitap edebilen tek şair. Anadolu’nun en özgün dizelerine sahip… Hem memleket sevdasının hem aşkın… Hem de prangaları eskitecek kadar hasretin şairi… Ve onun şiirleri sanki anonim şarkılarmış gibi dillerde…
Seni, anlatabilmek seni… Evet, kendi dizeleriyle Ahmed Arif’i anlatabilmek… Belki de en zoru bu…
Onun şiirleri aslında kendi yaşamının özeti. Her bir şiiri o bilinmeyen yaşamından kesitler sunuyır. Şiirlerindeki o aşk da işkence de…
Gerçek adı Ahmed Önal. 1927 yılının 23 Nisan’ında bir bahar günü Diyarbakır’ın o dar sokaklarındaki evlerinin birinde doğdu. Şiirlerindeki o vurgun hasret duygusunu daha 2 yaşındayken yaşadı. Doğum esnasında annesi vefat ediyor. Babası Arife Hanım’la evleniyor.
Afyon’da liseye gidene kadar olan öğrencilik dönemi güneydoğunun değişik kentlerinde geçti. İlkokulu Harran’da okuyor. 9-10 yaşlarından sonra parasız yatılı sınavlarına giriyor ve Afyon Lisesi’ni kazanıyor. Ortaokul ve liseyi orada okuyor. Çocukluk yılları Türkiye Cumhuriyeti’nin de çocukluk yıllarıydı. Güneydoğunun ve sınırlarının en karışık olduğu dönemdi. Irak İngilizler, Suriye Fransızların elindeydi. O da o karışıklıktan nasibini aldı. Çocukluğunda Siverek, Harran, Urfa’da aşiretler arası kavgalara tanıklık eder.
Şiirle hikâyesi de lise yıllarında başladı. 16-17 yaşlarına geldiğinde sürekli şiir yazıyordu. Çok farklı şairler okurdu. Behçet Necatigil, Ahmet Emin Dranas, Nazım Hikmet gibi… Divan şiiri ve halk şiiri okuyor.
33 Kurşun şiirini yazdığında liseyi daha yeni bitirmişti. Tarihe “General Muğlalı Olayı” diye geçen, 1943 yılında 33 köylünün hırsızlık suçlamasıyla Van’da İran sınırına götürülüp kurşuna dizilmesini anlatır. Zülfü Livaneli bu şiiri bestelemiştir.
Politika, Ahmed Arif’in şiirlerinde net olarak görülür.
Fikret Kızılok da söyledi Ahmed Arif’in, “Yüreğim dolarak yazdım,” dediği 33 Kurşun’u. Şiirleri bestelenen ve besteleri de çok dinlenen en iyi iki şairden birisidir. Diğeri de Sabahattin Ali’dir.
Sonrasında karar vaktiydi. Ya üniversiteye gidecekti ya da sadece şiir. Üniversite için Ankara Dil, Tarih, Coğrafya, Felsefe Bölümüne. Ama parası yoktu, çalışması lazımdı. Merkez Bankası’nda işe girdi.
Şiiri yüzünden ilk kez üniversite 1. sınıfta 33 Kurşun şiiri sebebiyle gözaltına alındı. Atatürk Spor Salonu’nun yanı başındaki statta işkence gördü. Dövdükten sonra tellerden aşağı attılar. Sabah stadyumun köşesinde çöpçüler bulmuştu.
Şiiri hep kafasında yazardı. Kâğıda son sözcüğü koyduğunda dökerdi. Ailesi ve çevresi için koruma içgüdüsü vardı. Sadece iki dize için, bir şiiri tamamlamak için 17 yıl beklemişti. Ve şiirin diğer tüm mısraları onca yıl kafasındaydı. Maviye, maviye çalan gözlerin şiirindeki dört kelime için…
Birkaç yıl sonra yeniden gözaltına alındı. Bu kez durum çok daha ciddiydi. Trenle Ankara’dan İstanbul’a götürüldü. O dönemde “Tabutluk” diye adlandırılan meşhur Sansaryan Han’da ağır fiziksel ve psikolojik işkencelere maruz kaldı. Burada birkaç kez ölümden döndürülmüş. Şimdi lüks bir otel olan bu hana tekrar getiriliyor ve 9 numaralı hücreye konuyor yeniden.
Ama orada işkenceden daha ağırını da yaşadı. Bir gün bir telgraf geldi. Baban öldü, cenazesi ortada kaldı. Hiçbir şey yapamıyorum yazıyordu. “Hiçbir işkencenin vermediği acıyı bu telgraf verdi bana.” demişti. Birkaç gün sonra hastaneye kaldırılıyor. Orada, “Öyle bir telgraf yoktu. Seni üzmek için yaptık. Baban ölmedi.” diyorlar. “O zaman bütün Toroslar üstüme yıkılmıştı.” diyor. Günler sonra küçük bir kibrit parçası buldu. Onunla duvarlara çizgiler çizdi. Dışarı çıktığında tam 128 gün olmuştu.
Sonrası Harbiye Cezaevi… Orada da aylarca kalmıştı. Babasını da o günlerde kaybetti. “Haberin var mı taş duvar?” diye başlayan İçerde şiirini o günlerde yazdı. Çıktıktan sonra önce Yozgat’a sürgüne gönderiyorlar. İşsiz bırakıyorlar. Sonra yazışmalarla sürgünü Diyarbakır’a aldırıyor. Orada en azından evde bir tas çorbam var, diye düşünmüş.
Baba ocağında sürgündü ama yüreğinde aşk vardı. Ve bu soru ona hep soruldu: Kimin aşkından hasretinden prangalar eskittin? Bu sorunun cevabı ölümünden çok sonraları ortaya çıktı. Ünlü romancı Leyla Erbil’e idi o hasret. Leyla Erbil’e yazdığı aşk mektupları sadece duygularını değil, sürgün günlerini ve o dönemde yaşadığı eziyetleri göz önüne seriyordu.
O dönemde karşılaşıyorlar ve seviyorlar birbirlerini. Yıllarca mektuplaşmışlar. Ankara’ya döndükten sonra ikisi arasında mektuplaşma kesiliyor. Ahmed Arif son mektubu 15 Mayıs 1977’de yazıyor. Sade ve dostane bir şekilde. Leyla Erbil bu mektupları yaşamının son günlerine kadar özenle saklamıştı. Ahmed Arif ise saklamamıştı. Mektuplar Leyla Eribl’in son günlerinde kitap olarak yayınlanmasına karar vermesiyle ortaya çıktı. Ancak kitabın basıldığını göremeden vefat etmişti.
Onun şiirindeki hasret sadece aşka değildi. Küçük bir parçasıydı bu. Asıl hasret düşlediği memleket sevdasınaydı. Adiloş Bebe şiiri bunlardan biriydi.
Ahmed Arif sürgün bitip Ankara’ya döndüğünde okula devam etmedi. Gazetelerde iş bulmaya çalıştı. Düzeltmen ve sayfa sekreteri olarak çalıştı. Bu sırada ikinci kez aşkı yaşadı. Aynur Hanım’la evlendi. Bir tiyatro oyunu sırasında tanışıp 1967 yılında evleniyorlar. O tarihten sonra Ankara’ya yerleşti. Ankara’yı, yaşadığı sokağı, evini çok seviyordu. “Burada nefes alabiliyorum.” diyordu. Birkaç yıl sonra da oğlu Filinta dünyaya geldi. Ömrünü bu eve ve ailesine adadı. Sokakta oğlunu omzuna alıp gezdirirdi.
İşte o yıllarda daha önce uğruna işkenceler çektiği şiirleri kitap olarak yayımlandı. Kitapta her biri başyapıt olan 18 şiir var. Bunlar, bugün herkesin ve her kesimin dilinde olan şiirler. Sevdan Beni, Anadolu, İçerde, Akşam Erken İner Mahpusâneye, Suskun ve Ahmet Kaya denilince ilk akla gelen şarkının sözleri olan Uy Havar…
Onun şiirleri çok tuttu ve “Anadolu Ozanı” unvanını aldı. Hayatı şiir olmuş bir insandı. Anadolu’ya kimse onun gibi bakmamıştır. Şiiri yereldir ama evrensel bir tarafı da vardır. Sinemada Yılmaz Güney ne ise Ahmed Arif de şiirde odur. Onun şiiri kendi dönemindeki bütün ekollerin dışındaydı. Bağımsız bir şairdi. Ahmed Arif 40 kuşağı şairi sayılır ancak siyasi görüşü hariç ne yazdıkları ne kaygıları n şiirleri benziyordu. Şiirlerinde gereksiz bir sözcük bulamazsınız. Boşunalık kabul etmez. Her bir dizesi kocaman bir anlam taşıyor. Hatta bir kelimesi bile tek başına bir şiirdir.
Ahmed Arif’te kavramlar çok şiddetlidir. Kahpe yalan söylemek imajı sadece ona aittir. Sivri buluşları vardır. Kör pencere, demir kapı gibi. En özgün dizelerin şairiydi. Bambaşka bir Türkçesi vardı. Diyarbekir şivesiyle yazıyorum, derdi. Bir tarafı Türk, bir tarafı Kürt’tü. O, ben bütün Anadolu’nun şairiyim, derdi. Bütün yerel dil kullanımlarına rağmen, bunu evrenselleştiren bir dil tutumu vardır.
Cemal Süreya da onun gibidir. Yeni bir söyleyişi vardır.
Büyük bir baskı vardı üzerinde yeni bir kitap için. Başıma bir şey gelir, diye yazmıyordu. Yazıyorum şiir. Ama aklımda, kalbimde, dilimin ucunda. Ama çıkarmıyorum, diyordu. Kitabının adı belliydi. Ama sadece dostu Cemal Süreya biliyordu. Son dönemlerde kalp hastalığı vardı. Oğlu ve eşinin isteğiyle bazı şiirlerini kâğıda döktü. 7-8 şiiri gazetede yayınlandı. İkinci kitabı hazırladım, diyordu. Zihnimde diyordu. Yazarken yoruluyordu, yoğun şiirler olduğu için. Merak edenlere ise tek bir ipucu veriyordu. “Çok romantik bir adı var. Özellikle kadınlar çok sevecek.”
Bir hafta sonra İstanbul’a gidecek, şiirleri okuyacak, sesini kaydedecekler ve şiirleri deşifre edecekler ve kitabı çıkacaktı ama olmadı. İstanbul’a gidemedi. Aramızdan ayrıldığından şiirleri de onunla gitmişti. Bütün şiirlerini 28 yaşına kadar olan hayatında yazmıştı. 68 yaşında vefat etmiş, baskılar sebebiyle 40 yıl kadar şiir yazmamıştı. Geriye 27 şiir bırakmıştı bir de kitap.
Tek kitap olması onu biraz da özgün kılıyordu aslında. Oğlu Filinta heykeltıraş olmuş ve babasının heykelini yapmak istedi. Heykeli 1991 yılının 1 Haziran günü bitirdi. 2 Haziran 1991 günü vefat etti.
Türkiye 20. yüzyılın en özgün şairini yitirdiğinde geriye üç kuşağın her türlü duyguda sığındığı dizeler kaldı, hem hasrette hem aşkta hem de memleket sevdasında.
Aslında, o, tam da bu şiirindeki adamdı. Onu en iyi bu 7 dize anlatıyor…
Vurulsam kaybolsam derim,
Çırılçıplak, bir kavgada,
Erkekçe olsun isterim,
Dostluk da, düşmanlık da.
Hiçbiri olmaz halbuki,
Geçer süngüler namluya.
Başlar gece devriyesi jandarmaların…
“Ben halkımın mazlum ve gariban ozanıyım.” (Ahmed Arif)
Yeni Düzenlemenin Amacı Yeni düzenleme, 1 Ocak'tan itibaren 60-65 yaş aralığındaki bireylerin toplu ulaşımda daha…
Emeklilere Yılbaşı İkramiyesi Verilecek mi? Gözler Hükümetin Açıklamasında Yılbaşı yaklaşırken, emeklilerin en çok merak ettiği…
Uzak Şehir 6. Bölüm Özeti Uzak Şehir dizisi, her bölümünde izleyicilere yoğun duygusal deneyimler sunarak…
Akut Bakteriyel Rinosinüzit AKUT BAKTERİYEL RİNOSİNÜZİT Akut rinosinüzit, paranazal sinüs mukozasının enflamasyonudur. Burun mukozası da…
Akut Otitis Media AKUT OTİTİS MEDİA Akut otitis media (AOM) orta kulak ve havalı boşluklarının…
Yeni bir araştırma, çocuklukta takım sporlarının çocukların beynini keskinleştirmeye yardımcı olan özel bir şey olabileceğini…