Paralı Askerler ve Amerikan Devrimi 1776
Sadece birkaç şahıs bunun bir devrim olmasını istemişti. Lexington Green’deki karşı karşıya gelme kazaydı. Doksan küsur militan yeşil hatta, bir İngiliz birliğinin Boston dışına ilerlemesini protesto etmek amacıyla bir araya gelmişti. Bazı olayların büyüklüğü fazlaca sonrasında anlaşılır ve sadece bittikten sonrasında bir devrim olduğu görülür.
Bir tek birkaç şahıs harp istiyordu ve iki taraf da geri çekildiğinde Amerikalı Koloniciler bu ilk aylar süresince ne için savaştıkları mevzusunda münakaşaya başladılar. Sam Adams benzer biçimde birkaç şahıs feryat çığlığa bağımsızlık istiyordu. Sadece
bayağı vatandaşlar, o ve onun gibileri gözü kara radikaller olarak görüyordu.
Ben Franklin benzer biçimde ılımlılar geçmişlerine bir İngiliz benzer biçimde bakıp değişik şeyler görüyorlardı. Bir tek doksan senelik geçmişte kansız bir ihtilal olan 1688 Devrimi yaşanmıştı ve bu da devletlerin sadece halk tarafınca desteklendiğinde var
olabileceği fikrini kabul ettirdi. Birçok insan parlamentoda mühim sayıda milletvekilinin sömürgecilik karşıtı olduğuna inanıyordu. Savaşı, önceki yüzyılda yargı devam eden krallığa karşı siyasal özgürlük sağlama çabası benzer biçimde görüyorlardı. Böylece Amerikan Kıta Kongresi Washington’dan bir Amerikan Kıta Ordusu kurup Boston’daki İngiliz birliklerini kuşatmasını ve İngiltere’ye üzüntülerini bildiren bir mektup göndermesini istedi. Kısacası, çoğunluk yalnız eskisi benzer biçimde birer İngiliz olmak istiyordu.
Sömürgecilik yanlılarına karşı parlamentoda sesler terfi etti. Bazıları “sorun
temsil edilemedikleri halde vergi veriyor olmalarıysa krizi bastırmak için onlara
parlamentoda birkaç iskemle vermekte sakınca olmadığını” söyleyecek kadar
ileri gitti. Sadece Breed’s Hill’de verilen binden fazla yitik görmezden
gelinemeyecek kadar yüksekti.
Bir İngiliz komutanı aptalca bir karar verip muhafazakarların iyi korunan
saflarına saldırmıştı ve doğal ki ağır bir yenilgiye uğramıştı. Bu saldırıda sözü
geçen adamlardan birden fazlasının oğulları ölmüştü ve bu da meselenin hasır
altı olmasını engelledi.
Olayın merkezinde kral vardı. Artık iki yüzyıllık bir geçmişe haiz olan
Amerikan zamanı bu adamı kanlı bir köşeye yerleştirdi. Sonuçta, özgürlük için
savaşılırken ve bu on binlerce yaşama mal olurken birileri de olanlardan görevli
tutulur. III. George da bu talihsiz adamdı işte. Aslına bakarsak George o denli da fena
bir adam değildi.
Doğal ki hataları olmuştu. Biyokimyasal dengesizlik sonucu delirmişti fakat bu,
sonrasında başına gelen bir şeydi. 18. yüzyıldaki Hanover krallarının bir çoğu gibi
öyleki büyük bir zeka değildi. George’un ailesinin genleri zeka mevzusunda kaliteden uzaktı. Fakat gene de kendini işini halletmeye adadı, bilim ve sanata destek verdi. Dahası, kendi çağdaşlarının tersine, iyi bir aile babasıydı.
Boston civarındaki savaşlarda verilen kayıpları öğrendiğinde şoka uğradı, üzüldü
ve kızdı. George detaylara ehemmiyet veren bir adamdı. Gelen raporlara uzun uzun
bakar, onları okurdu. Kolonilerdeki durumu öğrenebileceği tek yol da bu
raporlardı. Raporlar kraliyet yöneticilerinden, hükümetteki adamlardan ve
ordudaki subaylardan geliyordu. Aslına bakarsak bu, George’a bir uyarı olmalıydı, bu sebeple
söz mevzusu makamların hepsi en fazlaca parayı verene satılmıştı. Birileri krala
ABD’ya bir komite göndermesini ya da kendisinin gitmesini ve durumu
yerinde incelemesini tavsiye etmiş olsaydı, bu kriz kolayca atlatılırdı.
Ortalıkta devam eden bir oyun daha vardı. George’un soyu aslına bakarsak İngiliz değildi,
yüzyılın başlangıcında bir takım karışık vakadan ve alınan karardan sonrasında William ve
Mary ölmüş, sonrasında İngilizler kendilerini kralsız kalmış bir halde bulmuşlardı.
Kendi kraliyet ailelerinden gelen birine güvenememiş ve Alman eyaleti
Hannover’in hanedanını çağrı etmişlerdi. Onlardan gelip yönetime geçmeleri
istendi, bu sebeple başka biri üstünde karar birliğine varamamışlardı.
George’un büyük babası Hannover’li ilk İngiliz kralıydı ve İngilizce bile
bilmiyordu. Böylece 18. yüzyıl süresince Almanlar İngiliz tahtında oturmuş oldu
ve sarayda kraliyet ailesine pek sıcak bakılmadı. O sıralarda Fransa’da XVI.
Louis istediği benzer biçimde at koşturuyordu, Prusya kralı Frederick ayaklanan silahlı
köylülerin vurulmasını emretti. Rusya’da Katerina devamlı isyanlarla uğraşıp on
binlerce kişiyi öldürtüyordu. Avusturya’nın başındaki kültür düzeyi yüksek
Habsburglar bile parlamentoyla para mevzusunda anlaşamayacaklarını ya da
asilerin lideriyle bir masada oturup karşılıklı çay içerek anlaşmaya
çalışacaklarını hayal edemezlerdi.
Bu yüzden George’a yaptıkları iyi bir düşünce benzer biçimde görünmüştü. Bunlar kraliyet
sömürgeleriydi ve başlarında kralın atama etmiş olduğu adamlar vardı. Tahtı, seneler ilkin
ortaya çıkmış karışık bir durumla kazanılmış bir kral asla kuvvetsiz görünmemeliydi. Krallığı esnasında en varlıklı sömürgelerin kaybedildiğini söyleyemezdi. Ek olarak ihanette bulunanlarla açıkça uğraşıp kuvvetsiz de görünemezdi. Artık mesele ilk hareketi kimin yapacağına gelmişti. George bir kral benzer biçimde düşünüyordu ve ilk saldıranın sömürgeciler olmasını bekliyordu.
Kıta Kongresi tarafınca antak kalma için başlatılan girişimler duymazdan gelindi.
Franklin ve diğeri delegeler sarayın kapısının önünden bile geçemedi. Oysa ki
Ben o sırada internasyonal üne haiz mühim bir adamdı. Saygıdeğer bir bilim
insanı, yazar ve toplumsal yorumcuydu. Windsor’dan gelen haber Boston’un haricinde
silahlı bir kalabalık beklerken hiçbir antak kalma yapılamayacağıydı.
Ilkin bu kalabalık dağılacaktı, bölgede İngiliz topraklarının güvenliği
sağlanacaktı. Sadece bu şartlar yerine gelirse görüşmeler başlayabilirdi. İnsan
gözünde rahatça canlandırabiliyor: George’un dalkavukları bu fikri dinlerken
onaylayarak başlarını sallıyor ve bunun tüm dünyaya ve parlamentoya kimin
daha sıkı bulunduğunu göstereceğini düşünüyorlar.
Fakat bu düşünce pek işe yaramadı. Concord Road süresince devam eden saldırılar ve
bilhassa Breed’s Hill’deki çatışmalar durumu daha da zorlaştırdı. Zor durumda
kaldıklarında İngiliz birliklerinin gelip yardım edeceğinden kuşku duymaya başlamış olan sömürge liderleri artmıştı. Görüşmelerin yapılamamasıyla her şey daha süratli ilerlemeye başlamıştı.
Boston’daki İngiliz güçlerinin savaşı dışarı taşmıştı. Washington, Henry Cox
adındaki bir kitapçıyı Ticondaroga kalesinden ağır silahları alıp Massachusetts’e
götürmesi için görevlendirdi. Bu ağır silahlar Kolonicilerin İngilizleri kent dışına
sürmeleri için kullanılacaktı.
Gönderilmiş olduğu sert mesajın işe yarayacağını sanan George görmüş olduğu tepki karşısında
şoka uğramıştı. Ordusuna ihtiyacı olacağını asla düşünmemişti ve Kolonicilerin
tepkisi durumunu kötüleştirdi. İç Harp’tan bu yana hem Britanya’daki, hem de
ABD’daki İngilizlerde yersiz olmayan bir asker korkusu vardı. Yeni birliklere
gerek vardı sadece İngiltere’de kalan azca bir güç haricinde tüm ordu deniz aşırı
yerlerdeydi. Buralarda politik bir tehdit yoktu.
Koloniciler geri çekilmeyi reddettiğinde George’un askeri danışmanları isyanı
durdurmak için minimum elli bin asker gerekeceğini söylediler. Bu aptalca bir askeri
tahmindi. İngiltere’den yola çıkacak minimum on beş-yirmi birlik anlamına gelirdi.
Bu tür bir hareket aslına bakarsan, ne yapılacağı mevzusunda görüş ayrılığında olan
Parlamentonun onayını gerektirirdi. Ek olarak on binlerce genci askere almak
demekti. Bir de, bu askerler yırtıcı topraklar denebilecek ABD’ya gitmek
isteyecekler miydi, bakalım?
İngiltere’ye bir satmaca çıkartmadan nereden adam bulunabilirdi? Doğal ki
Almanya! George’un Almanya’daki kuzenleriyle fazlaca sıkı bağları vardı. Bu,
Almanya’nın birleşmesinden fazlaca önceydi ve Prusya ve Bavyera dışındaki
bölgelerin büyük kısmı düzinelerce minik krallığa bölünmüştü. Ve bu
krallıkların birkaç birlikten oluşan orduları kesinlikle bulunurdu. Bu minik
ordular Prusyalı Frederick’in modelini uyguluyordu. İyi eğitimli, yüksek
disiplinli sadece minik krallıklar için pahalıya mal olan ordulardı. George’un
kafasındaki çözüm basitti. Alman ordularını kiralamak.
Mükemmel bir çözüm! İngiltere’de yeni ordular oluşturma derdi olmayacaktı, bu
birlikler aslına bakarsan iyi eğitimliydi ve Kolonicilere ciddi bulunduğunu gösterecekti. Alman
prensler için de bu kusursuz bir fikirdi. Bir tek ordularının harcamaları
karşılanmakla kalmayacak, üstüne para bile kalacaktı. Sağ kalıp geri dönenler
ise harp tecrübesine haiz yüksek deneyimli askerler olacaktı. Bu, bir nesil
önceki Yedi Yıl Savaşları’ndan beri mümkün olmayan karlı bir işti.
Antak kalma yapılmış oldu ve yirmi binden fazla Alman askeri hazırlandı. Askerleri deniz
aşırı bir seyahate hazırlamak, giydirmek, lüzumlu lojistik desteği toparlamak
aylar sürecekti. O zamana kadar yapılmış en büyük okyanus aşırı gezi
olacaktı.
1776 baharının başlarında kolonilerde bir haber duyuldu. Kral antak kalma için
görüşmeleri reddetmiş ve aralarında yabancı paralı askerler de olan büyük bir
orduyu ABD’ya gönderiyordu. Kral aile içi kavgaya yabancıları karıştırmaya
iyi mi cesaret edebilirdi? Koloniciler hala kendilerini İngiliz benzer biçimde görüyordu.
Aslına bakarsak büyük çoğunluk sadık birer İngilizdi. Fakat işe bakın ki, Kral İngilizleri
bastırmak ve haksız kanunları kabul ettirmek için yabancı askerler gönderiyordu. Haziran 1775 ve Temmuz 1776 içinde alman birçok karar olmuştu, sadece bu seferki, Krala yakın olan ve barışçı bir çözümü yeğleyen ılımlıları bile çileden çıkarttı ve vakalar tam bir isyana dönüştü. Oturup vakaları izleyen Amerikalılar da radikalleşip ellerine silahlarını almıştı. İlk başlangıçta Krala son aşama sadık olanlar bile taraf değiştirmişti. Hangi kral kendi halkını öldürmek için yabancıları üstüne salardı?
Beklenen Almanlar sonraki ay New York’ta karaya çıktı. Hesseliler denilen yirmi
bin askerden ilk gelenler bunlardı. Alman askerler Hesse eyaletinden geldikleri
için bu adı almışlardı. 1778’de Fransa Amerikalıların tarafındaydı. Fransız ve
Alman birlikleri bazen çatışmıştı. Alman birlikleri için savaşmak bir işti
ve sivil halkla karşılaştıklarında sıkı bir disiplin içinde davranıyorlardı. Fakat
gene de varlıkları isyancıları ateşlemeye yetiyordu.
Özgürlük Bildirgesi dikkatle okunduğunda Krala karşı sitemlerden birinin
yabancı paralı askerleri kullanımı olduğu görülür. Bu askerlerin yarısından azı
Almanya’ya geri dönebilecekti. Binlercesi hastalıktan, muharebede ya da
hapishanelerde ölecekti. Bazıları da isyancılara katılacaktı. Sonuçta askeri
açıdan hiçbir fark yoktu. Politik açıdan bakıldığında ise George’un dahiyane
fikrinin Amerikan ulusunun doğuşunda ne kadar etkili olduğu görülebilir.