İlginçtir: Büyük Millet Meclisi’nde (Birinci Meclis-Kurucu Meclis) Lozantartışmaları sürerken

İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Rumbold 3 Nisan 1923 tarihinde hükümetine gönderilmiş olduğu raporda, “Sulh için oldukca istekli bulunan Mustafa Kemal, kendi programını destekleyen bir Meclis oluşturabilirse, sulh şansı artacak” diyordu (Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Mustafa Kemal Atatürk, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1992-2005, cilt 5, sayfa 166-172).

Bu çerçevede Birinci Meclis lâğvedilip İkinci Meclis oluşturulmuş, tüm muhalifler Meclis dışı bırakılmış, gene de Mustafa Kemal’ın arzuladığı “Kız şeklinde” bir meclis olmamıştı (dün meydana gelen yazımız).

Meselâ Mersin Milletvekili Niyazi Bey’in (Ramazanoğlu) Lozan’da verilenlere şiddetle itirazı vardı. Uzun konuşmasında eleştirilerini özetledikten sonrasında, sözlerini şu şekilde tamamlıyordu:

“Bu muahedename (Lozan) bu şekli ile bence gayrikabili kabuldür (kabul edilmesi imkânsızdır). Hepinizin hissiyatı-na ve teessürlerine vâkıfım. Hepiniz de benim hissiyatıma iştirak edersiniz. Benimle hemhissiniz. Hemdertsiniz, ben teessürümün izalesini bu muahedenin tamamıyla reddinde buluyorum. Siz teessürünüzü ne şekilde iblâğ ederseniz edi-niz.”(TBMM Zabıt Ceridesi, İçtima 7, cild 1, 21 Ağustos 1339 (1923), sayfa 223 – 233).

“Efendiler!.. Önümüzde bir muahe-dename vardır. Zannediliyor mu ki bu Muahedename amali milliyemizi (ulusal emellerimizi) tamamen doygunluk ediyor? Zannedili-yor mu ki, bu Muahedename Millî hudutlarımız dâhilinde bu devlete bir istiklâli tam veriyor?”

“Necib Bey (Mardin):Hayır, vermemiş-tir.”

“Niyazi Bey (Devamla): Herhangi bir şe-yi, herhangi bir eseri tüm fevaidi ve tüm mehaziri ile birlikte incelem edelim. Zannederim ki, arkadaşlarımızın bir kısmı sırf Muahedenamenin heyeti umumiyesiyle meşgul oldukların-dan ve Sevr projesiyle karşılaştırma ettiklerinden dolayı fazla alkışlıyorlar (Ne acayip bir tecelli: Bugün de Sevr’le karşılaştırma edenler zafer naraları atıyor)…

“Esad Efendi (Menteşe): Antakya, Trakya kan ağlıyor…”

“Necib Bey (Mardin): Cenub hudutları ke-za…”

“Niyazi Bey (Devamla): Efendiler, Lozan Muahedenamesi şanlı büyük bir imparatorluğun hesabının tasfiyesini tazammun ediyor. Bu Muahedenamenin ahkâmı siyasiyesinde bizim Mısır ve Sudan’dan, Kıbrıs’tan, Adalardan, Trablusgarp’tan ve tüm kıta üstündeki hukuku-muzdan, unvanlarımızdan feragat ettiğimizi ifade ediyor. Siz ki, efendiler! Bunlar için oldukca kere çırpındınız, siz ki Mısır için, Kıbrıs için kaç defalar didindiniz. Mısır dediniz, Kıbrıs de-diniz, dedeleriniz, atalarınız bunlar için ne ka-dar uğraştı. Efendiler! Yalnız bu kadar da de-ğil; Muahedename dün meydana gelen bir imparatorluğun tasfiyesini de ihtiva ediyor. Filistin’den–Musul hariç olmak suretiyle–Irak’tan, Suriye’den ve bü-tün Arabistan kıtasından el çekmemizi tazammun ediyor… Bizim de umde ittihaz ettiğimiz ve her gün yirmi kere tekrarladığımız, bağırdığımız, çağırdığımız, âle-me ilân ettiğimiz Misak-ı Millî’nin başlıca noktası bu değil miydi?.. Heyeti Murahhasa Reisi İsmet Paşa Hazretleri-ki, Fransa Hükümeti tarafınca ahi-ren neşredilmiş bulunan “Sarı kitap”taki zabıt-namelerde mündemiçti-Birinci Lozan Konferansı’nın 23 Kânunusani 1923 tarihindeki Celsesinde bu-yurmamışlar mı idi ki, “Eski Osmanlı İmparatorluğu’nun herhangi bir kısmı üstünde hiçbir devletin mandasını tanımıyoruz.” Oysa efen-diler! Muahedenamenin 16’ncı maddesi beni dü-şündürüyor: “Türkiye işbu Muahedede musarrah hudutlar haricinde kâin bilcümle arazi üze-rinde ve bu araziye mütaallik işbu muahede ile üzerlerinde kendi hakkı hâkimiyeti tanınmış olan adalardan gayri cezireler üzerinde-ki bu arazi ve cezirelerin mukadderatı alâkadarlar tarafınca tâyin edilmiş yada edilecektir- her ne mahiyette olursa olsun haiz olduğu bilcümle hukuk ve müstenidatından feragat ettiğini be-yan eyler. Ben, şimdiye kadar ilân ettiğimiz prensibe sadık kalmış olarak, hak ve hakkaniyet düsturunda ısrar ederek diyorum ki, bu yanlıştır ve ka-tiyen kabul edemem. Bizlerden ayrılan memleket-ler kendi mukadderatını serbestçe kendi iradeleriyle tâyin edecektir.

Sonrasında efendiler; bu Muahedename bizlerden imparatorluğumuzun yalnız gayri Türk aksa-mının ayrıldığını göstermiyor. Bu Muahedename; bilhassa kemali teessürle söylerim ki, bununla birlikte oldukça önemli oranda, öz Türk memleketlerinin de mukadderatını tehlikeye ilka ediyor…

“Bu muahedename bu şekli ile bence gayrikabili kabuldür… Ben teessürümün izalesini bu muahedenin tamamıyla reddinde buluyorum.”(TBMM Zabıt Ceridesi, İçtima 7, cild 1, 21 Ağustos 1339 (1923), sayfa 223 – 233).

Sayın Cumhurbaşkanımız da bunu söylemiyor mu?

Yarın inşallah daha şaşırtıcı bir şey söyleyeceğim.

(Toplam: 2, Bugün: 1 )